Haklıyız, titriyorlar!

2014-15 sezonunun başlama düdüğünden itibaren medyasından yöneticisine, futbolcusundan/teknik direktörüne/taraftarına büyük bir sınav veriyoruz ''e-bilet'' dayatmasına karşı.

Mevzu herkesi ilgilendiriyordu. Taraftarı diğerlerinden ayıran en büyük unsur ise yüreğini/hayatını ortaya koyuyor olması ve sonuç olarak bu sınavda en zor durumda kalanı olması..

Dayatmayı reddedenler gibi dayatmaya yenik düşerek stadyumlarda yer alanların çoğu da tercihini bağlandıkları renklerin menfaatine olduğu düşüncesiyle yapıyorlar. 
Kulübün menfaatleri noktasında kimimiz ''Küme düşme/Şampiyonluk'' tarzında bugünün, kimimiz de gelecekte özgür tezahürat, kafesleşmemiş stadyumlar ile gelecek nesille daha sağlam temeller için yarınların kaygısını taşıyoruz. Her ikisinin kaygısına sahip olanların oranı oldukça yüksek ve herkes içinde ağır basanı, vicdanını rahat ettireceğini düşündüğünün mücadelesini veriyor.

Sosyal yaşantımızda ayrımına varamadığımız birçok konuda olduğu gibi bu konuda da çok sivriyiz içerdekiler ve dışarıdakiler olarak. 

Bir siyasi iradeyi top yekün kabul edenlerin ''Kim olsa çalacak, helal olsun'' düşüncesi, muhalif kesimlerin ise iktidar tarafından yapılan doğrulara ''Muhalefet Gözlüğü'' ile bakarak ''Bu hareketleri doğru'' demeyi kendisine yedirememesi gibi bir durum var. 

passolig alan hain, almayan kahraman / passolig alan kahraman, almayan hain..

Evet, her ne kadar bana ters gelse de stadyumda yerini alanların tıpkı bir madde bağımlısı gibi orada olma gerekliliği içinde hissedenleri, bunu gerçekten içlerindeki sevda ile yapanlarını bir nebze anlıyorum fakat aynı gün aynı saatte oynanacak u21 deplasmanına gidenlerin A takım maçına gidenlerle aynı kontrol noktasında durdurulduğunda ''Siz şöyle azınlıksınız'', ''A takım maçına gelmeyen şöyledir böyledir'' şeklinde tepki görmesi yanlış, tepki gösteren büyüğümüzün ise konuşmadan 2-3 saat  sonra 6222'den işlem görmesi ise trajikomik bir durumdur. Azınlık isek bizimle ne işin var dayıcım?

Malum dayatmayı kabul edip etmemek noktasında içinden geleni yaparak ''Vicdanım böyle daha rahat'' kafasındaysa bireyler, vicdanın kabul etmediği şeyleri yapmalarını onlardan beklemek bu noktada en büyük yanlış olacaktır.

''Biz içerde protesto ederiz'' deyip de stadyumda ses çıkarmayanlarla - ''Biz alt yapı maçı kovalarız'' deyip de o sahaların yolunu bulamayanların yok birbirlerinden farkı. ''passolig aldın hainsin'' - ''maça gelmedin hainsin'' çıkarımını ''Körü körüne'' yapanların tüm yanlışları doğru olarak gören iktidar tutkunlarından, doğruları bile yanlış olarak görmeye kendini şartlandırmışlardan yok bir farkı..

Ülke olarak da tribün olarak da ileri gidilemeyişin sebebi bence kesinlikle budur. Doğruya adamına göre yanlış, yanlışa adamına göre doğru olarak bakanların doğruya doğru, yanlışa yanlış diyenlerden fazla olması sıkıntımız..

--------------------------

Gelelim sezonun başlama düdüğünden bu yana yaşanılan sürece:

Gezi parkı olaylarının temelini oluşturduğu, derbi/yüksek gerilimli sayılan karşılaşmalarda yaşanılanlar öne sürülerek karşımıza apar topar çıkarılan bu dayatmanın babası ''Devlet'' olduğu için kulüp başkanlarımız çıkıntılık yapmamak, ticari işlerini, belki bi parça da olsa ''Kulüplerini'' sıkıntıya düşürmemek adına ses etmediler; Zaten taraftar ske ske gelecekti..(!)

Lakin o iş öyle olmadı. 

Mevzuyla ilgili yapılan muhabbetlerde ''Olacak iş değil'', ''Gücümüz yetmez'' şeklindeki olumsuz düşüncelere yaklaşımım  ne mutlu ki tahmin ettiğimden daha kısa sürede gerçekleşti. 

''Kulüp başkanları, futbolcular, medya konuşamaz ağızlarına acı biber sürerler'' noktasında birleşiyordu ''Biz başaramayız'' düşüncesinde olanların çoğu.

''Gitmeyeceğiz''! 
Önceleri görmezden gelecekler. Sezon başı diyecekler, takımlar istenilen düzeyde değil gibisinden konuşacaklar, yavaş yavaş sisteme entegre olup stadyumları dolduracağımızı düşünecekler.

Bir zaman gelecek farkına varacaklar ''Ske ske gelmeyeceğimizin''. Farkına varacaklar  ''Futbolcunun ettiği küfürler''in stadyum doluyken nasıl arada kaynadığının.

Farkına varacaklar bilet gelirlerinin büyük oranda düştüğünün..

O zaman başlayacaklar konuşmaya, o zaman daha da güçlü olacağız..
yönündeydi düşüncelerim.

İlk başlarda görmezden geldiler, almadılar ağızlarına o illetin adını. 
Sezon başı dediler, 1-2 haftaya kırarız direçlerini..

Gol sevinçlerinde tribünü yansıtamadılar, hazırlıksızlardı. 
Neyse ki haftalar geçtikçe buldular çaresini, zoomladılar yanyana gördükleri 30-40 kişiye açtılar mikrofonların sesini. (Birkaç yıl önce bir Gaziantep maçında yapılan tribünden gelen etkili performansın tvye yansımış halini bile geçtiler teknolojileriyle)

Nihayet taraftarın stadyumlarda olmaması konuşulmaya başlandı birkaç hafta sonra. 
''Transferler beğenilmiyor'', ''Takım cacık o yüzden'', ''Türkiye'de futbol kötüye gidiyor evde İngiltere Premier Lig izliyorlar'' gibi dahiyane sebepleri dile getirdi spor yorumcuları.
Bu noktada malum firma reklama yüklendi, yapılan şikayetler üzerine hazırladıkları reklam yasaklandı. Bunun şaşırmışlığı ile 6222 sayılı kanunu en açık ihlal eden spor programlarına sponsor olacak kadar ironik reklam kampanyaları oldu.  
Milli eğitimciler aldıkları talimatlarla çocuklara bedava kart verdi, kulüpler kampanyalar yaptı.. Satılan kart sayısını şişirdiler de şişirdiler, kart satışının puan durumunu paylaşıp taraftarı gaza getirme planları da yemedi sayılar kağıt üzerinde bir miktar artsa da stadyumlarda görüntü hemen hemen aynıydı.

Bu süreçte alt yapı maçlarında, amatör branşlara yönelen taraftarlar ve olaysızlık vardı. 
Bursa taraftarı Eskişehir taraftarını ''E-Bilet almamışsınız, başımız üstünde yeriniz var'' diyerek ağırladı Vakıfköy Tesisleri'nde. Olay çıkarmaya müsait bir ortamda yanyana asıldı pankartlar, aynı telin arkasında söylendi besteler, aynı telin ardında yaşandı gol sevinçleri,
Beşiktaş ve Fenerbahçe taraftar grupları kendi aralarında maç düzenleyip verdiler mesajlarını, 
İzmir takım taraftarları yürüyüş düzenledi..

Stadyumda olmayan ''Futbol Teröristleri'' daha nicelerini yaptı bu olumlu hareketlerin.

''Holiganların işine gelmiyor o yüzden stadyumlar boş'' diye zırvalayanların bahsettiği kişilerdi bunlar. Aynı dönem passolig uygulanan diğer profesyonel maçlarda ise küfür, sahaya girme, koltuk kırma gibi şeyler devam ediyordu. Bu terste bir işlik vardı.

Ske ske stadyuma gitmeyen bizler ske ske gerçek sorunu gündeme getirmelerini sağladık.

İlk haftalar alt ligdeki birkaç teknik direktörün dile getirme cesareti gösterdiği sıkıntıyı Beşiktaş JK teknik direktörü Bilic, Galatasaray futbolcusu Hamit gibi isimler de dile getirmeye başladı. Güdümlü kalemler bile ''Yahu bu sistemin ne zararı var?'' deseler de mevzunun özünü ekranlardan ve gazete köşelerinden dile getirmeye başladılar.

Kalemi güdümsüz olanlar sorunun bir an önce çözülmesini isterlerken, güdümlü olanlar ise yine taraftarın çözülmesini bekliyorlardı. 

Haftalar geçti, ligin çeyreği tamamlandı stadyumlar hala boştu.. 

''Devlet Baba''ya ses çıkartamayan başkanlarımızın oluşturduğu Kulüpler Birliği hakem hataları ve pasolig gündemiyle toplandı. ''Gidişimiz gidiş değil, sonumuz geliyor'' cümlelerini konuşacak raddeye gelerek spor bakanı ve cumhurbaşkanına sıkıntıları anlatıp bir çözüm bulunmasını istediler. 

Akabinde spor bakanı açıklama yaptı ''Sistem devam edecek'' diye..

18 Kasım saat sabahın 5.30'ydu bu açıklama televizyonda alt yazı olarak geçerken. İç geçirdik, kapattık televizyonu ve tren garına, Ankara'ya doğru yola koyulduk. 

Erken gidişle yapılan Anıtkabir ziyaretinin ardından 10.30 gibi Ankara Adliyesi'ndeydik. İnsanlar orada atkılılar ve diğerleri olarak ayrılıyordu, renklerin önemi yoktu. Saat 11.00'de başlaması gereken duruşma 13.00'e doğru başladı. 
Hakimin ''İnsan''a verdiği değer neticesinde salonda ayakta duran taraftar görmek istemediğini belirtmesi üzerine verdiği molada mahkeme koridorlarındaki sandalyelerin ucundan tutularak ''Duruşma Tribünü''müzü el birliğiyle inşa ettik salona. Molanın ardından salona gelen hakim tebessüm etti ve duruşma başladı..

Saatlerce süren duruşmayı çıt çıkarmadan takip etti insanlar. Ne acıkma, ne başka bir iş.. Hiçbirisi oradaki davadan önemli değildi. 

Taraftarı savunanlar e-biletçilerin yanlışlarını söylüyor, yapılan hatalardan bahsediyor e-biletçiler ise karşı tarafın muhattap alınıp alınmamasını, dava açma yetkisinin olup olmadığını soruyordu hakime. Davacı derneğin muhattap ve yetkili olduğuna dair kesinlik kazanmasının ardından iddaaları çürütmeye, yapılan yanlışları ''Başka bankalarda da aynısı olmuştu'' şeklinde meşrulaştırmaya çalışıyordu e-biletçiler, ardından yine yükleniyordu bizimkiler.
Mahkemenin sonlarına doğru hakimin ''Uzlaşma ve Arabuluculuk'' teklifi taraftar derneği tarafından reddedildi e-biletçilerde ise TFF vekili ''Uzlaşalım'' derken banka vekili ise hakimin teklifini kabul etmediklerini dile getirdi.

Duruşma sırasında ''Ulan, mevzu yine ertelenir böyle böyle zaman kazanırlar'' düşünceleri içinde rahmetli Kemal Sunal'ın ''Davacı'' filmi geliyordu akıllara.

Sonuç olarak ''Bir yol olmaz'' olarak bakılan dava Tüketici Mahkemesi' nden Anayasa Mahkemesi'ne taşındı. Salonda bulunan taraftarlar olarak ilk anda idrak edemesek de mevzuya hakim olanların ''Büyük kazanım'' yorumları ile deplasmandan alınan puana sevinmekle birlikte Anayasa Mahkemesi'nde alınacak galibiyet için oldukça umutlandık. 


Beyler,
Duruşma salonunda malum banka vekili avukatın ELLERİ TİTRİYORDU..
Şu an gelinen noktanın en somut halidir bu.

Ekstra bir öne çekme vs. olmadığı takdirde Anayasa Mahkemesi için verilen dava tarihi 30 Haziran 2015 ve bu süreçte herkes kendi vicdanı nasıl rahat edecekse onu yapsın.

''Taşı delen suyun kuvveti değil damlaların sürekliliğidir''
#EBileteHAYIR 

Dip not : passolig'in tek getirisi güzel bir elek olması,
Abi ve kardeş olarak gördüğümüz insanlardan hiçbir şekilde duymayacağımız şeyleri duymamıza, öğrenemeyeceğimiz düşünceleri öğrenmemize vesile oldular,
eyvallah. 

0 yorum:

Anadolu'nun Son Kalesi!

Amigo Orhan

No Pyro No Party!

Yağmurda Çamurda

problem?

Seni Bizim Kadar...

Kuralları S*ktir Et!

Maziyi Savura Savura..

Her Zaman, Her Yerde !

Seninleyiz

Bir Defa Değil Bin Defa !

Aşk Siyah Kırmızı

Anti Bizans

Kaldırım Tribünü!

Tapmadık Asla..