Evlilik Teklifi ve Çıta Mevzuları

Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba.

2010'daki yüksek öğrenim mezuniyeti ve sonrasındaki 8 senelik mülakatlar serisinin ardından kamu işçisi olarak işe giriş.. Bu zorlu sürecin son yıllarında sınavlara yoğunlaşmaktan ötürü aksattığım bir çok şeyden birisi de blog'um idi.


Buraya tekrar yazmama sebep 2 hafta önce Bursaspor maçında ettiğim evlilik teklifi :)
(1 Eylül 2019 Pazar)





2018 yılı sonrasında öncesindeki dikenli yolların mükafatı niteliğinde zamanlar yaşıyorum, yalan yok hala şaşkınım. (NazarBoncuğu) 

Bu mükafatların son ve en önemli halkası, aynı zamanda hikayemizin başrolünün adı Selin. 

Teklif öncesi süreci yazmaya başlarsam hayatınızdan günler heba olur, o yüzden o kısımları atlıyor doğrudan teklif sürecine geçiyorum. (Yar deyince kalem elden düşmüyor)

Teklif Yöntemi Karar Aşaması

En avantajlı olduğum ve bu yüzden en dezavantajlı olduğum konudur bu kısım. O yüzden en zor kısım diyebilirim. 

Bilenler bilir, tribün eşrafından arkadaşlarımızla yıllar önce eşin dostun evlilik tekliflerine bazen meşale bazen beste olduk. Sonrasında ise bunlara güzel tepkiler aldık. Coşkulu ve farklı oluşu, sokakları tribüne döndürüşü, alışılagelmişlikten farklılığı cezbedici geliyordu geri dönüşlerden anladığımız kadarıyla. 

Sonrasında bu farklılığı ticari anlamda değerlendirebileceğim kanısına ulaşarak, şehrimizin de kartpostal ötesi güzelliğini içine katarak el emeği pankartlarla, coşkulu evlilik tekliflerine vesile olduk.


Sanal Reklam :) 

Hal böyle olunca çıta, çıta, çıta mevzularında biraz farklı noktalara sürüklendik ve günü geldiğinde kendim için gerçekleşecek evlilik teklifi olayları biraz sakata geldi :) 

--- 
Bu noktada biraz eskilere gidelim. 


Pankartla yeni yeni tanıştığımız seneler 2007
2-3 sene öncesinde ''Adamlar ne güzel organize oluyor, ellerini aynı anda kaldırıp indiriyorlar'' diye kıyıdan izlediğim açık tribünün ortasında Altes tribünü var. Okuldan kaçıp yeni yeni maçlara geliyor ulaşmayı belki de imkansız olarak görüyorum.. Her maç bir koltuk kaya kaya oradaydım bir süre sonra. Güzel bir abi kardeş ortamında Liseli Altes üyesi olmuştum. Neredeyse her gün 10-15 kişi yetişkini çocuğu beraberdik stadda sokakta.. Çizimden anlayan arkadaşların klavuzluğuyla ilk o sıralar aldık elimize fırçayı.. 
 Sonrasında da bağımlılık yaptı.

Eski stadyumun son dönemlerine koltukları, blokları, telleri karış karış bilir hale gelmiştik. 




Sevdan Bir Ateş, Aşk Siyah Kırmızı, T.U.Y.K.G.S.K. koreografilerini hazırlarken ''Yeryüzünde bunca hazırlığa layık olacak bir beden var mıdır?'' düşünceleriyle çok kez geceyi sabah ettiğimiz oldu.




Zamanında tezahürat yok iken organize tribün yapışımız, maksimum yolu ilçe olanlara tebessüm edip şehirlere taşmamız, koreografi hiç boyutlu iken yapılan koreografilerimiz.. 
Yani sevdamızı başka'larından farklı yaşayışımız Amigo Orhan'lardan, Ayder Grubu'ndan geliyordu bizlere.. 




Dünya'da ilk kez tribünde koreografi ile yapılacak bir evlilik teklifi, 
Bu da Eskişehir'e layıktı.. 

---

Yukarıda yazdığım iki bölüm ''Çıta'' ve ''Hayal'' yapılan evlilik teklifinin alt yapısını oluşturuyor diyebilirim. Fakat bu yine de yeterli değildi.. 

''Yeryüzünde bunca hazırlığa layık olacak bir beden'' tüm mesele buydu bana göre. 
O da Selin'di, değerdi.  Fakat bu yine de yeterli değildi.. 

Selin eğer o stadyumda her hafta yer almaktan zevk alan, kaybedilen bazı maçlarda gözleri dolan, sosyal hayatta Eskişehirsporlu kimliği birçok sıfatının önüne geçen birisi olmasaydı ben böyle bir teklife girerek bencillik yapamazdım. O'na deplasman gelen değil ev sahibi hissedeceği yerler seçmek gerekirdi bana göre. (Neyse ki ikimiz de ev sahibiydik, bu bir avantaj..) 
O 'nda bu özellikler vardı. Fakat bu yine de yeterli değildi.. 

Son zamanlarda ''Benimle Evlenir Misin'' yazan pankartların bile veto yediği, tribünde açılmasına izin verilmediği maçlar vardı. İlk olarak emniyet kısmının çözüme kavuşturulup harcanacak emeklerin maç günü heba olmaması gerekiyordu. Bu aşamayı netleştirmeden en yakın arkadaşlarıma bile konuyu açmamaya çalıştım. Çünkü büyük bir istekle niyetlenip sonunu göremediğimiz şeyler derin yaralıyordu. Sağolsunlar kulüp ve emniyetten bu konuda gönülden destek gördüm ve gerekli izinleri aldım. Fakat bu yine de yeterli değildi.. 

''Sı.arım senin aşkının ızdırabına'' demeyecek arkadaşlar lazımdı. Birçoğunun belki kendi teklifinde bile harcamadığı ya da harcamayacağı emeklerine ihtiyacım vardı. Üstte saydığım maddelerin tümü pozitif olsa bile onlar olmasa ömrümüzün son demlerine anca yetiştirirdim teklifi tek başıma :) Varolsunlar, süreci 3-5 güne düşürdük. 

Onlara da günlerce okuyacağınız methiyeler düzebilirim, şimdilik affola :)

Şimdi hazırız, yeterliyiz.. 



--- 

Teklifin Senaryosu 

Koreografi ve pankart olaylarında bir nokta vardır, tribüncü dostlar iyi bilir. Bir pankart veya koreografide eğreti duran birşey varsa onu düzeltmek ve tamamlamak için kafayı yersin, yeri gelir düzeltemez o çıkmaz sokaktan geri dönersin. Bazen de belki de ilk fikir ''Olay budur, düşünmeye bile gerek yok'' hükmündedir, herkesin içine siner ve tümüyle cuk oturur. 

Benim açımdan daha önce en zorlanacağımı düşündüğüm, zorlama bir taslak olmasını istemediğim nokta fikir aşamasıydı. Neyse ki isimlerimiz bu kısmın çok çabuk ''Cuk'' oturmasına imkan verdi. Baş harflerimiz ''ES''i oluşturuyordu. Oradan kafamda yakaladığım taslak kısmını ''Harflerimiz bir ömür yan yana yazılsın mı'' olarak netleştirdim. Emniyet izinleri sonrasında mevzuyu arkadaşlara açtım ve fikir ve yardımları konusunda onaylarını aldım. (Fatma - Burak, Gökhan - Seda gibi isimlerimiz olsa farklı yollar gerekebilirdi :)

Kurum içi eğitim dolayısıyla yaklaşık 1 ay Eskişehir'e gönderilişim muazzam bir fırsattı. Arkadaşlarım şehir dışında oluşum sebebiyle bensiz de yaparlardı belki ama ben buna razı gelmezdim, emeğimi katmam önemliydi.


Koreografi hazırlık süreçlerinin yoğunluğu ve yoruculuğu gizlenemeyecek kadar büyük olur. O yüzden benim ''Nerdesin aşkım? Burdayım aşkım''larda patlama olasılığım bir hayli yüksekti. Sezon başı olması sebebiyle Kuzey Kale arkası pankartlarının yenilenmesi toplantısında, bir anlık gazla ''Koreografi'' yapalım dendiğini ilettim Selin'e..  Böylelikle kendime olabildiğince geniş bir hareket alanı sağladım.

Arkadaşlarıma meseleyi ilk açtığım gün toplantıda telefon görüşmesini kısa kesmem, koreografi içeriğini merak ettiğinde ''Yapılınca görürsün. Tribün raconu bu, kimseye söylenmez.''noktalarında bir miktar trip kurbanı olsam da sonunda hepsinin silineceğini bilmenin ayrı bir tadı vardı. 


Çalışmaların son günü (maçtan bir gün önce) işten çıkınca stadyuma gelmesi olasılığına karşılık yalancı taslağımız bile hazırdı. Yukarıda ''Rüzgar ol fırtına ol'' aşağıda şeritlerle ''ESKİSİ GİBİ ES'' yazacaktı. Geldiğinde göreceği S harfi o yazının son parçasıydı. Maç günü ve önceki gün herkes bunu yapıyormuşuz gibi davranacaktı, çünkü babasıyla birlikte Kuzey Kale arkası tribündeydi kombineleri. Neyse ki çalışmaya teşrif etmedi ve milyonda bir de olsa olası patlama riskinden uzaklaşmış olduk.  

---

Maç Gününe hazırdık.

Teklifleri başarılı kılan en önemli şey Yıldız Tilbe'nin de dediği gibi ''Ummadığım Anda'' meselesidir. İstenildiği kadar dünyanın en görkemli hazırlığı yapılsın, yatlar katlar helikopterler seferber edilsin, türlü fantastik düşünceler olsun.. Eğer hatun kişi bu olayın o gün gerçekleşeceğine kanaat getirdiyse ne olursa olsun başarısız bir tekliftir bana göre.  (Başarı oranı %49)

Aksine hiç bir hazırlık olmadan, ani bir teklif çok daha başarılı. (Başarı oranı %51)




Yüzün şekilden şekile girişi, ellerini koyacak yer bulamayış, donakalış.. 
O anları en güzel yapan, en tarif edilemeyen, cevabın ''Evet'' oluşu kadar güzel duygular..



''Yüzün şekilden şekile girişi, ellerini koyacak yer bulamayış, donakalış''ı sağlayan olumsuz etkenlerimiz vardı çok şükür, fırsata çevirdik. 

Bunlardan ilki benim passolig boykotumdu. 
Birlikte maça gidememek ilişkimizin en ciddi ve karmaşık, aynı zamanda da kendisinin affına sığındığım tek konu. 

8-9 sene kullandığı sigarayı henüz 1. ayımız dolmadan, ''Hiç yakışmıyor'' gibisinden ufak serzenişlerim sonrası kendi isteğiyle tek seferde bırakışı yanında benim pasolig almamın kıymeti bile yok bana sorarsanız. Ama yanlıştan ziyade çok yanlış geliyor sistem, ömür boyu affına sığınacağım.. 



Bu durumdan ötürü stadyuma giremeyişim, 
Stadyumda, maç anında teklif edeceğim düşüncesini O'ndan uzak tutuyordu. 

O gün stada koreografi görevlisi kimliğiyle girecek olmam ve birlikte maç izleyecek olmamız ihtimalleri O'nun başını döndürdüğü sırada biz başka planlar döndürüyorduk :)

2. etken ise bu tür organizasyonları ticari anlamda da yapmamdan ötürü, zamanı geldiğinde edeceğim teklif konusu açıldığında ''Ben pankartlı, kalabalık içinde teklif istemem'' düşüncelerini vermişti ince ince.. 
Eskişehirspor - Bursaspor maçı ve koreografi.. 
Yok canım ne kalabalığı, ne pankartı?? :))  
(Sonradan anladım ki hanımefendi bana yansıtmasa da hayali birçok tribün tozu yutan insan gibi tam da böyle birşey imiş.
Kandırıldık..) 

--- 

Maç günü geldiğinde saatler öncesinde stadyuma girerek ince detayların tekrar üzerinden geçtik. 



Koreografi başlamasına az kala yanlarına gittim. Babasıyla birlikte oturacakları bölüme yöneldik. 

Dedim ''koreografi için yeterli adam çıkmadı, seninle VIP tribüne geçip fotoğraf video işini bizim çözmemiz lazım''. ''Ben oraya nasıl geçeceğim'' dedi mühendis beyin ''Gel'' dedim, hallederiz. 

Kale arkası tribün saha giriş kapısı ile VIP saha giriş kapısındaki güvenlik hanımlara ''Kolay izin vermeyin geçmemize, çakmasın'' demiştim. Sağolsunlar tatlı bir zorluk çıkardılar ve ''Hadi bu seferlik geçin'' ile olay yerine doğru intikal ettik. 

Bizim ilk kapıdan çıkışımız bir işaretti ve siyah kırmızı şeritler arkamızdan inmeye başladı tribünde. Başla dedim videoya..

Sonra sağa bakıyorum, sola bakıyorum o anların videosunu çekecek, yüzüğü uzatacak Gökhan piyasada yok. Ufak bir afallama sonrası yanlış merdivenlerde durduğumuzu farkettim ve doğru yere doğru ''Şurdan daha güzel çıkar'' bahanesiyle yönelttim. 


Oraya yönelirken videoya devam edişine, görev bilincine hayran kaldığımı da ayrıca belirtmeliyim :)

Doğru yere ulaştığımızda baktım hafif sallanıyor video, aldım ben çekeyim diye. Sonra dedi ''senin elin titriyor ver ben çekeyim'' 

Siyah kırmızı şeritler açıldı, E ve S harfi belirdi.. Anlamasın diye ''S harfi ortaya gelecekti, yanlış açtılar E S K yazacaktı'' dedim. Hadi ya, tüh müh derken az sonra soru işareti ve ''Harflerimiz bir ömür'' pankartı da açıldı. Baktım hala çekiyor, anlamadı ya da şoka girdi. Çünkü ortadaki pankartta sevdiği karikatür kahramı ''Fırat'' vardı. (O'na jest olsun diye koyduğumu düşünmüş, o ara E S K yanlış açıldı E K S yazarsa ne diye döndürürüze kafa yormuş, sonradan öğrendim.) Baktım herşey hazır gram tepki yok, video çekmeye devam ediyor..

Yüzüğü istediğim hemen arkada konuşlanan Bekir'den ve jetonun düşmesini o an sağlayabildim. ''Evet'' dedi, şaşkınlığını koluyla desteklediği bir şekilde. Akabinde Eskişehir tribünlerinin yıllardır en fazla aranan, arkadaş çevremde yüksek rakamlara teklifler alan,  ''Evleneceğim kişiye hediye edeceğim'' diyerek sakladığım, takmaya kıyamadığım atkıyı da çiçek niyetine takdim ettim kendisine. 




O anlarda arka planda da Mahmut Çınar ''Geldin'' çalıyordu. 
Bizim şarkımız.. 

Kale arkası tribüne dönerek şeritlerin altından geçtik ve babasının yanına geçerek elini öptük. İyi niyetine inanarak, bilgisi olmadan koreografinin içinde bulunması farklı bir tarafıydı teklifin :)
Ama bir şekilde belli etmelerini göze alamadığımdan ötürü mevzuyu tabi ki önceden ailesine açmadım. 

---

Velhasıl kelam güzel geri dönüşler alan teklifimizin detayları bunlardı. 

Liseli kekolar (genç duruşa iltifat mı yönteme hakaret mi çözemedik) ve çocuğun adını da Latovlevici koyarlar yorumları akılda kalanlardı. Bu arada koreografilerimizin önemli bir parçası da Bursaspor sesleri olmuştur yıllardır, teklifte de ritüel bozulmadı, komşuya selamlar :)



---

''Tribüne böyle şeyleri sokmayın'' gibisinden düşünceler var, saygı duyarım. 

Ancak ben zamanı geldiğinde tadacağım ölümün bile Eskişehirspor peşinde giderken gelmesini dilerim yıllardır.. 

O ölümden de bu aldığım ''Evet'' kadar tat alacağımdan şüphe olmasın :)

---

Gelelim asıl meseleye,
''Çıtayı arşa çıkardın be reis'' 

Buna katılmıyorum,

Sevdiğinin kişinin seni seviyor olması çıtanın en yüksek halidir zaten. 
Gerisi fasa fiso, 
Gerisi ''Ummadığım Anda'' :)



Başka bir şey..

‘’Aşk tek kişilik yalnızlığa iki kişi sığmaktır’’ derler.

Peki ya yalnız olmayan onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca insanın;
bir forma, bir flama, bir pankartta
bir kağıt bilet, bir turnike, bir stadta
dilde beste, burunda meşale kokusunda
gündüzleri okullarda, geceleri sokaklarda, bazı bazı karakolda,
alkış yapan eller, yürümekten/koşmaktan/zıplamaktan helak olup,
her şeye rağmen bizi O’na götüren ayakta vücut bulduğu ‘’Ruh’’ ile yapılan bütünleşmeyi hangi kelimeyle açıklayabilirsiniz?

-------

İçinde bulunduğumuz dünyadan tiksinmemizi, bavulumuzu toplatıp öbür tarafa gitmemizi sağlayan, yaşanan onlarca şey, alınan yüzlerce haber,  görülen binlerce fotoğrafla karşılaşıyoruz her geçen gün.
Buna karşılık bizleri hayata bağlayan unsurlar aile ve sevdiklerimiz çerçevesinde sabit kalmakla birlikte nadir de olsa yaşanan bir olay, alınan bir haber, görülen bir fotoğraf karesi umutlarımızı yeşertebiliyor güzel dünya adına..

2 Ekim 2016’da bunca samimiyetsizliğin, bunca rantın, bunca pisliğin içinde Eskişehirspor-Boluspor maçın sırasında çekilen bir fotoğraftan ötürü şişiriyorum beyninizi.
Eskişehirspor özelinde gözükse de bu fotoğraftaki çocukların rengi yok; birçok ülkede, birçok şehirde rastlayabilirsiniz onlara.

Ama hakim olduğumuz taraf olan Eskişehir’den yapalım fotoğrafın analizini, izninizle..
Kimimiz babadan, kimimiz sonradan,
Kimimiz stadyum, kimimiz uzaktan,
Kimimiz şans eseri, kimimiz film gibi..
Tanıştık Eskişehirspor’la.

Kimimiz Gegic’le, kimimiz Arca İsmail’le
Kimimiz Orhan’la, kimimiz Ayder’le,
Kimimiz besteler, kimimiz koreografilerle
En çok da başkaldırışıyla kaynadı kanlarımız.

Futbolcunun efendisi,  taraftarın emsalsizi olduğu dönemleri yaşayanlara imrenerek bakmışımdır her daim. Kıl payı kaçan şampiyonlukların olduğu, tribünlerin sadece ‘’ES ES ES Kİ Kİ Kİ ESKİ ESKİ ES’’ diye inlediğİ, şimdi herkesi tribüncü olduğu ülkede deplasman yollarından sadece Eskişehirlilerin geçtiği yıllar..

Maçtan önceki gece stadyum kapılarında yatarak girilen uçsuz bilet kuyrukları, ülkede ilk kez yapılan koreografi mimarlarının oturduğu, kartonların dizildiği koltuklar. Pardon, o dönem koltuk yok beton tribünler. (Koltukla koreo ne kadar kolay :))

Amigo Orhan(Erpek) abimiz başta olmak üzere o günlerde yaptıklarıyla bugün övünmemizi sağlayan, güzel mirasın mimarlarına bu vesileyle de minnet duyarım, Varolsunlar.
‘’işin içine ekonomi girdi, pazarlama girdi. Sonra kendi dünyamıza döndük’’ diyerek 1970’lerde aktif tribün hayatını bırakan Amigo Orhan ve o yıllar fark yaratan Ayder grubunu yaşayabilen bir Eskişehirspor tribünleri için yeni nesillerin işi hiç de kolay değildi.

Kulüp kuruluş yıllarında tavan yapmış, tribünde yapmadığı yenilik girmediği atraksiyon kalmamış bir geçmiş her zaman üstüne koymayı gerektiriyor.

Mazinde koca bir ‘’Hiç’’ varken yapılan 3 Boyutlu koreografilerin bu kadar anlamlı olması da bundandır.
Neyse, yine mirastan yedik.

Takım düşüşte, ister istemez futbola karışan paranın karaktersizleştirdiği çarpık düzen soğutuyor insanları.
Takıma bu dönemde bağlananlar, bu dönemde bırakıp gitmeyerek günümüze taşıyanlar da ayrı bir teşekkürü hak ediyorlar.  Bağlılığın ligi olmadığını bizlere ulaştıranlar benim jenerasyonum adına büyük çoğunlukta kendileri..

Gelelim bizim jenerasyona..
Şaşalı dönemler dışında en ballı nesil olduğumuzu söyleyebilirim heralde.  Motor Meslek Lisesi’nin stadın yanında olması ve hafta içi oynanan 2.lig B kategorisi maçları sayesinde kesişen yolum ve sonrasında Marsilya UEFA Kupası maçlarına kadar atlanan ligler ve gelinen noktalar.

Mirastan yememeye gayret edip, tribünümüzün tarihindeki birçok zamanda olduğu gibi kendimizle yarışmaya devam ettik. Bu dönem yapılanların boyutu değil geçmişteki sınırlı imkanlarla yapılan işler klavuzumuz oldu.

Tabi ki bugünkü sportif anlamda düşüşün sadakati noktasında geçmiş klavuzumuz.

Gelelim yeni jenerasyona.
Bize kadar her jenerasyonda tutunacak dal ‘’dikenli de olsa’’ vardı. Bizden sonrası noktasında günümüz şartlarını düşününce insan tıkanıp kalıyor.

Prim için savaşan egoların, şekil için tribünde olan kekoların, federasyon onaylı soyguncu bankaların, kanı paranın renginde akan gevşek futbolcuların, çıkar peşindeki yöneticilerin olduğu samimiyetsiz, iğrenç bir ortam var elimizde
ve,
cezalı olduğumuz maçı televizyon da vermediği için stadyum dışındaki itfaiye kapısının altından izleyen çocuklar..

 Şiir, şarkı, hikaye, roman..
Taraftarı hor gören, futbol özeli spor dalları genelinde her türlü pisliğe bulaştıran, kin ve nefretten beslenip rant sağlayan herkese seçmeli ders olarak gösterilmesi gereken bu fotoğrafa çok şey yazılır..

----

Bir kadını/erkeği seversin, O’nunla bir ömür geçirmek istersin.
Mutlu olmak ister, O’nunla ölmek istersin. (Behzat Ç. Kadar şanslıysan mutsuzluğa da ‘he dersin)
 ‘’Git!’’ der gelir, ‘’Bit!’’ der bitiremezsin..
Güldürürsen yüzünü göstermezsin hüzünü. O ağlarsa sen..
 Ne yapacağını bilemezsin…
Sesini duyar sevinir duyamazsan teknolojinin geldiği noktanın pek de önemi yok.. (Bip’lersin.)

Hep bir reaksiyondur anlatabiliyor muyum?
Hoşlandığınız, içinizi pır pır ettirenin sizi umursamaması, sizden haberdar olmaması da dahil,
Bir bedenin 5 duyu organı 1 kalbi ile sizin kalbiniz arasında etki/tepkidir.

1 bedene 2 talip olduğunda akan kanlar, töreler bazı yörelerde,
Bedeni olmayan bu ruh ise omuz omuza verdikçe büyüyen tribünlerde..

Aynı ruhla yatıp kalkıyor, aynı ruh için kilometreler yapıyor, aynı ruh için yazılan şarkılar söyleniyor bir ağızdan tribünde.

‘’Yap’’ sevdiğini senden çok sevdiğini söyleyenlerle bir otobüs git peşinden tayin olduğu şehre
‘’Söyle’’ sevdiğini senden çok sevdiğini söylenlerin yazdığı besteyi defalarca
‘’Anlat’’sevdiğini senden çok sevdiğini söyleyenlerle O’nunla geçen günlerini..
‘’Çiz’’ sevdiğini senden çok sevdiğini söyleyenlerle sabahlara kadar kumaş üzerini, ‘’Boya’’ ardından kurduğunuz düşleri
                         ; Ondan sonra kıyaslayalım tribünü aşkla sevgiyle..

‘’Gençler intihar etmesin diye söylemediğim şarkılar var’’ diyen Yıldız Tilbe’nin yazmadığı dizeler  var ya hani, inceden onu yaşıyoruz bu ruhun peşinde..

Aşk değil, sevgi değil başka bir şey bu.
‘’Manyaklık’’  mesela.

Böylesine karşılıksız sevmek, almadan vermek bir yaradanın bir de manyakların işidir.
Allah affetsin..

Seninle olmak sana dokunmak değil ki..

Süper Lig 32. haftasında 7 Mayıs 2016 günü Gaziantepspor-Eskişehirspor arasında oynanacak maçtan bir kaç gün önce Gaziantep şehri emniyet yetkililerinin ''daha önce aldığımız cezalar örnek gösterilerek'' aldığı karar neticesinde bu kritik maçta Eskişehirspor taraftarlarının stadyuma alınmayacağı açıklandı.

Yenersek ligde kalma umutlarımızın kuvvetleneceği, yenilmememiz gereken bu maçta olmak diğerlerine oranla çok daha önemliydi ve gerek kulüp tarafından resmi yollarla gerekse taraftar tarafından sosyal medyada karara tepki olarak reaksiyon gösterildi ve ertesi gün yanlıştan dönüldü.

Yaklaşık 900 km uzaklıktaki Antep deplasmanında yerini alan Eskişehirsporlular son yılların en iyi deplasman performanslarından bir tanesine tanık oldular.

Daha önceki deplasmanlarda da bulunduğu gibi bugün de böyle bir günde stada girememe pahasına orada bulunan renkdaşımız Samet de en az Boffin'in son dakika kurtardığı penaltı kadar önemli fakat birçoğumuzun görmediğiydi.

Pinhani'nin de dediği gibi,
Seninle olmak sana dokunmak değildi ki.

Gözyaşlı plastik boya

Eskileri yad ettik dün gece.

Telefon numarası çeşitli yollarla silinmiş, belki de zamanla değişmiş dostlar aşındırdı telefonları. 

-Kimsin? sorusuyla açılan telefonlar ''Vay sen miydin?'' mahçupluğu, geçmişle kucaklaşmanın heyecanıyla kapandı. 

Gelemeyenler bir fırça da bizim için vur dedi, gelenlerden bazıları gözyaşları ile karşıladı plastik boyanın su ihtiyacını. 

Pankart bitti etrafına oturduk, anlattık da anlattık.
Forum, tanışmalar, deplasmanlar, organizasyonlar.. 

Senin en güzel yaptığın şeyi de ihmal etmedik muhabbetten, güldük bazı bazı, olduğu kadar.

Pankart yapılacağını hissettiğin maçlar öncesi hep derdin ''çalışma var mı?, yardıma ihtiyaç olursa haber ver'' diye.. 

Dün ise sen çağırdın biz geldik kardeşim. 


Ha bu arada erken gitmek zorunda kalıp karede olmayanlar da vardı. Gecenin sonunda çektık fotoğrafı..; Gerçi bunu söylememe ne gerek varsa, zaten sen de orada değil miydin? 

Hasta

Formalardaki kolda yaldızlı şekilde yazan 50'ye yakışır olması dileği, bu formaları giyecek olanların kağıt üzerindeki kapasitelerinin ve yönetimin güven vermeyen (her ne kadar kongre ortamında tazelense bile) durumu neticesinde korku ve taraftar olmanın verdiği tükenmek bilmeyen ümitlerle sezona başladık. 

Kemik yapısı neredeyse komple değişen takımda organlar iş görmeyince Skibbe sonrası İsmail Kartal vücudu harekete geçirmek adına beyin olarak doktor hoşcan ve ekibi tarafından vücuda monte edildi. 

İsmail Kartal hamlesinin takımı solunum cihazına bağlı tutmaktan öteye gitmediği ve hastanın fişinin çekilme riskinin olduğu bu dönemeçte Samet Aybaba ile bir nakil daha yapıldı. 

Ameliyat sonrası yoğun bakım niteliğindeki Konya maçında olumlu tepki veren organlar uyum sağlamış gibi görünüyorlardı; 9 haftadır bitkisel hayatta olan 50 yaşındaki hastamız Cumartesi günü oynanan Mersin maçında hastane koridorlarındaki binlercesini ve orada olamayan daha fazlasının yüzünü güldürmeyi başardı. 

Bu durum daha önceki yıllar çok koşan, Avrupa'ya gidip gelmiş bir birey için her ne kadar ufak bir şey olarak gözükse de son 1 yıldır kötüye giden yoğun bakımdaki birisi adına şahane bir durumdu. 

Doktor hoşcan ve ekibinin son operasyonunun başarılı olması ''hastayı hayatta tutması'' kadar başarıdır. Yoksa hastamız doktor halil döneminde turp gibi olup grip düzeyinde ayaktaydı; Bankalarla arasının pek iyi olduğu söylenemezdi, çok takmıştı, bataktaydı.. 

Gelişen süreçte kararı verecek olan hasta yakınları olarak doktor hoşcan ve ekibine önce güvendik fakat borcu bitirelim gribi atlatırız derken böbrekleri satacaklarını aklımızdan bile geçirmedik. 

Neyse ki an itibariyle gözlemlediğimiz kadarıyla organlar ve beyin anlaşabiliyor, hastanın sevenleri ise pozitif enerjinin dibine vuruyor.. 

Hastane koridorlarından başlayarak, ayağa kalktığında görebileceği tüm sokakları yorgun savaşçının renklerine boyuyorlar. 

O ayağa kalkacak, 
O koşacak, 
O gülecek/eğlenecek, 
O, gün gelecek belki yine üzecek.. 



Ama inancımız tamdır ki; 
Nicelerini daha tarihe gömecek, 
O tahta çıkacak; 

Tahtına çıkarmadan ölmek, bize haram olsun! 

-------------------- 

Hastane koridoru düzeyinde fiziksel olarak hastaya yakın olamayanlar var bir de.. 
İçeri girerlerse hastaya uzun vadede zararı olacağını düşündükleri pasolig virüsünün yayılmasından endişe ettiği için hastane dışından güzel haber bekleyenler.. 

Hastanın ameliyat anlarına, yoğun bakımına, parmağını oynatışına, 
Dışarıda kalmaya dayanamayıp içeri girenlerin sevinç çığlıklarına, 
Oynamalara, zıplamalara, birbirlerine kenetlenmelere televizyondan tanık olanlar.. 

 Yani nasıl anlatayım? 
Oruçlunun karşısında içilen su, yenilen yemek.. 



Deliler gibi orada olma arzusunu içinde yaşayış, 9 Aralık'taki atılacak topu/okunacak ezanı bekleyiş..
İftar vakti olan ilk maç: En uzun ve en sıcak gün tutulan bir orucun ardından içilen bir bardak su.. 

Biliyoruz ki içeridekiler ne kadar iyi olur, tüylerimiz ne kadar diken diken olursa, tutulan oruç o kadar daha anlamlı olacak. 

Bu sınava biz girdik; Haddimize değil karşımızda yemeyin, içmeyin demek. 
Hastaya moral, koridordakilere güç lazım. 

Gocunmak yok; 
Bize koyan dışarıda sevinmek değil, içeride üzülememek. 

Anadolu'nun Son Kalesi!

Amigo Orhan

No Pyro No Party!

Yağmurda Çamurda

problem?

Seni Bizim Kadar...

Kuralları S*ktir Et!

Maziyi Savura Savura..

Her Zaman, Her Yerde !

Seninleyiz

Bir Defa Değil Bin Defa !

Aşk Siyah Kırmızı

Anti Bizans

Kaldırım Tribünü!

Tapmadık Asla..