Haklıyız, titriyorlar!

2014-15 sezonunun başlama düdüğünden itibaren medyasından yöneticisine, futbolcusundan/teknik direktörüne/taraftarına büyük bir sınav veriyoruz ''e-bilet'' dayatmasına karşı.

Mevzu herkesi ilgilendiriyordu. Taraftarı diğerlerinden ayıran en büyük unsur ise yüreğini/hayatını ortaya koyuyor olması ve sonuç olarak bu sınavda en zor durumda kalanı olması..

Dayatmayı reddedenler gibi dayatmaya yenik düşerek stadyumlarda yer alanların çoğu da tercihini bağlandıkları renklerin menfaatine olduğu düşüncesiyle yapıyorlar. 
Kulübün menfaatleri noktasında kimimiz ''Küme düşme/Şampiyonluk'' tarzında bugünün, kimimiz de gelecekte özgür tezahürat, kafesleşmemiş stadyumlar ile gelecek nesille daha sağlam temeller için yarınların kaygısını taşıyoruz. Her ikisinin kaygısına sahip olanların oranı oldukça yüksek ve herkes içinde ağır basanı, vicdanını rahat ettireceğini düşündüğünün mücadelesini veriyor.

Sosyal yaşantımızda ayrımına varamadığımız birçok konuda olduğu gibi bu konuda da çok sivriyiz içerdekiler ve dışarıdakiler olarak. 

Bir siyasi iradeyi top yekün kabul edenlerin ''Kim olsa çalacak, helal olsun'' düşüncesi, muhalif kesimlerin ise iktidar tarafından yapılan doğrulara ''Muhalefet Gözlüğü'' ile bakarak ''Bu hareketleri doğru'' demeyi kendisine yedirememesi gibi bir durum var. 

passolig alan hain, almayan kahraman / passolig alan kahraman, almayan hain..

Evet, her ne kadar bana ters gelse de stadyumda yerini alanların tıpkı bir madde bağımlısı gibi orada olma gerekliliği içinde hissedenleri, bunu gerçekten içlerindeki sevda ile yapanlarını bir nebze anlıyorum fakat aynı gün aynı saatte oynanacak u21 deplasmanına gidenlerin A takım maçına gidenlerle aynı kontrol noktasında durdurulduğunda ''Siz şöyle azınlıksınız'', ''A takım maçına gelmeyen şöyledir böyledir'' şeklinde tepki görmesi yanlış, tepki gösteren büyüğümüzün ise konuşmadan 2-3 saat  sonra 6222'den işlem görmesi ise trajikomik bir durumdur. Azınlık isek bizimle ne işin var dayıcım?

Malum dayatmayı kabul edip etmemek noktasında içinden geleni yaparak ''Vicdanım böyle daha rahat'' kafasındaysa bireyler, vicdanın kabul etmediği şeyleri yapmalarını onlardan beklemek bu noktada en büyük yanlış olacaktır.

''Biz içerde protesto ederiz'' deyip de stadyumda ses çıkarmayanlarla - ''Biz alt yapı maçı kovalarız'' deyip de o sahaların yolunu bulamayanların yok birbirlerinden farkı. ''passolig aldın hainsin'' - ''maça gelmedin hainsin'' çıkarımını ''Körü körüne'' yapanların tüm yanlışları doğru olarak gören iktidar tutkunlarından, doğruları bile yanlış olarak görmeye kendini şartlandırmışlardan yok bir farkı..

Ülke olarak da tribün olarak da ileri gidilemeyişin sebebi bence kesinlikle budur. Doğruya adamına göre yanlış, yanlışa adamına göre doğru olarak bakanların doğruya doğru, yanlışa yanlış diyenlerden fazla olması sıkıntımız..

--------------------------

Gelelim sezonun başlama düdüğünden bu yana yaşanılan sürece:

Gezi parkı olaylarının temelini oluşturduğu, derbi/yüksek gerilimli sayılan karşılaşmalarda yaşanılanlar öne sürülerek karşımıza apar topar çıkarılan bu dayatmanın babası ''Devlet'' olduğu için kulüp başkanlarımız çıkıntılık yapmamak, ticari işlerini, belki bi parça da olsa ''Kulüplerini'' sıkıntıya düşürmemek adına ses etmediler; Zaten taraftar ske ske gelecekti..(!)

Lakin o iş öyle olmadı. 

Mevzuyla ilgili yapılan muhabbetlerde ''Olacak iş değil'', ''Gücümüz yetmez'' şeklindeki olumsuz düşüncelere yaklaşımım  ne mutlu ki tahmin ettiğimden daha kısa sürede gerçekleşti. 

''Kulüp başkanları, futbolcular, medya konuşamaz ağızlarına acı biber sürerler'' noktasında birleşiyordu ''Biz başaramayız'' düşüncesinde olanların çoğu.

''Gitmeyeceğiz''! 
Önceleri görmezden gelecekler. Sezon başı diyecekler, takımlar istenilen düzeyde değil gibisinden konuşacaklar, yavaş yavaş sisteme entegre olup stadyumları dolduracağımızı düşünecekler.

Bir zaman gelecek farkına varacaklar ''Ske ske gelmeyeceğimizin''. Farkına varacaklar  ''Futbolcunun ettiği küfürler''in stadyum doluyken nasıl arada kaynadığının.

Farkına varacaklar bilet gelirlerinin büyük oranda düştüğünün..

O zaman başlayacaklar konuşmaya, o zaman daha da güçlü olacağız..
yönündeydi düşüncelerim.

İlk başlarda görmezden geldiler, almadılar ağızlarına o illetin adını. 
Sezon başı dediler, 1-2 haftaya kırarız direçlerini..

Gol sevinçlerinde tribünü yansıtamadılar, hazırlıksızlardı. 
Neyse ki haftalar geçtikçe buldular çaresini, zoomladılar yanyana gördükleri 30-40 kişiye açtılar mikrofonların sesini. (Birkaç yıl önce bir Gaziantep maçında yapılan tribünden gelen etkili performansın tvye yansımış halini bile geçtiler teknolojileriyle)

Nihayet taraftarın stadyumlarda olmaması konuşulmaya başlandı birkaç hafta sonra. 
''Transferler beğenilmiyor'', ''Takım cacık o yüzden'', ''Türkiye'de futbol kötüye gidiyor evde İngiltere Premier Lig izliyorlar'' gibi dahiyane sebepleri dile getirdi spor yorumcuları.
Bu noktada malum firma reklama yüklendi, yapılan şikayetler üzerine hazırladıkları reklam yasaklandı. Bunun şaşırmışlığı ile 6222 sayılı kanunu en açık ihlal eden spor programlarına sponsor olacak kadar ironik reklam kampanyaları oldu.  
Milli eğitimciler aldıkları talimatlarla çocuklara bedava kart verdi, kulüpler kampanyalar yaptı.. Satılan kart sayısını şişirdiler de şişirdiler, kart satışının puan durumunu paylaşıp taraftarı gaza getirme planları da yemedi sayılar kağıt üzerinde bir miktar artsa da stadyumlarda görüntü hemen hemen aynıydı.

Bu süreçte alt yapı maçlarında, amatör branşlara yönelen taraftarlar ve olaysızlık vardı. 
Bursa taraftarı Eskişehir taraftarını ''E-Bilet almamışsınız, başımız üstünde yeriniz var'' diyerek ağırladı Vakıfköy Tesisleri'nde. Olay çıkarmaya müsait bir ortamda yanyana asıldı pankartlar, aynı telin arkasında söylendi besteler, aynı telin ardında yaşandı gol sevinçleri,
Beşiktaş ve Fenerbahçe taraftar grupları kendi aralarında maç düzenleyip verdiler mesajlarını, 
İzmir takım taraftarları yürüyüş düzenledi..

Stadyumda olmayan ''Futbol Teröristleri'' daha nicelerini yaptı bu olumlu hareketlerin.

''Holiganların işine gelmiyor o yüzden stadyumlar boş'' diye zırvalayanların bahsettiği kişilerdi bunlar. Aynı dönem passolig uygulanan diğer profesyonel maçlarda ise küfür, sahaya girme, koltuk kırma gibi şeyler devam ediyordu. Bu terste bir işlik vardı.

Ske ske stadyuma gitmeyen bizler ske ske gerçek sorunu gündeme getirmelerini sağladık.

İlk haftalar alt ligdeki birkaç teknik direktörün dile getirme cesareti gösterdiği sıkıntıyı Beşiktaş JK teknik direktörü Bilic, Galatasaray futbolcusu Hamit gibi isimler de dile getirmeye başladı. Güdümlü kalemler bile ''Yahu bu sistemin ne zararı var?'' deseler de mevzunun özünü ekranlardan ve gazete köşelerinden dile getirmeye başladılar.

Kalemi güdümsüz olanlar sorunun bir an önce çözülmesini isterlerken, güdümlü olanlar ise yine taraftarın çözülmesini bekliyorlardı. 

Haftalar geçti, ligin çeyreği tamamlandı stadyumlar hala boştu.. 

''Devlet Baba''ya ses çıkartamayan başkanlarımızın oluşturduğu Kulüpler Birliği hakem hataları ve pasolig gündemiyle toplandı. ''Gidişimiz gidiş değil, sonumuz geliyor'' cümlelerini konuşacak raddeye gelerek spor bakanı ve cumhurbaşkanına sıkıntıları anlatıp bir çözüm bulunmasını istediler. 

Akabinde spor bakanı açıklama yaptı ''Sistem devam edecek'' diye..

18 Kasım saat sabahın 5.30'ydu bu açıklama televizyonda alt yazı olarak geçerken. İç geçirdik, kapattık televizyonu ve tren garına, Ankara'ya doğru yola koyulduk. 

Erken gidişle yapılan Anıtkabir ziyaretinin ardından 10.30 gibi Ankara Adliyesi'ndeydik. İnsanlar orada atkılılar ve diğerleri olarak ayrılıyordu, renklerin önemi yoktu. Saat 11.00'de başlaması gereken duruşma 13.00'e doğru başladı. 
Hakimin ''İnsan''a verdiği değer neticesinde salonda ayakta duran taraftar görmek istemediğini belirtmesi üzerine verdiği molada mahkeme koridorlarındaki sandalyelerin ucundan tutularak ''Duruşma Tribünü''müzü el birliğiyle inşa ettik salona. Molanın ardından salona gelen hakim tebessüm etti ve duruşma başladı..

Saatlerce süren duruşmayı çıt çıkarmadan takip etti insanlar. Ne acıkma, ne başka bir iş.. Hiçbirisi oradaki davadan önemli değildi. 

Taraftarı savunanlar e-biletçilerin yanlışlarını söylüyor, yapılan hatalardan bahsediyor e-biletçiler ise karşı tarafın muhattap alınıp alınmamasını, dava açma yetkisinin olup olmadığını soruyordu hakime. Davacı derneğin muhattap ve yetkili olduğuna dair kesinlik kazanmasının ardından iddaaları çürütmeye, yapılan yanlışları ''Başka bankalarda da aynısı olmuştu'' şeklinde meşrulaştırmaya çalışıyordu e-biletçiler, ardından yine yükleniyordu bizimkiler.
Mahkemenin sonlarına doğru hakimin ''Uzlaşma ve Arabuluculuk'' teklifi taraftar derneği tarafından reddedildi e-biletçilerde ise TFF vekili ''Uzlaşalım'' derken banka vekili ise hakimin teklifini kabul etmediklerini dile getirdi.

Duruşma sırasında ''Ulan, mevzu yine ertelenir böyle böyle zaman kazanırlar'' düşünceleri içinde rahmetli Kemal Sunal'ın ''Davacı'' filmi geliyordu akıllara.

Sonuç olarak ''Bir yol olmaz'' olarak bakılan dava Tüketici Mahkemesi' nden Anayasa Mahkemesi'ne taşındı. Salonda bulunan taraftarlar olarak ilk anda idrak edemesek de mevzuya hakim olanların ''Büyük kazanım'' yorumları ile deplasmandan alınan puana sevinmekle birlikte Anayasa Mahkemesi'nde alınacak galibiyet için oldukça umutlandık. 


Beyler,
Duruşma salonunda malum banka vekili avukatın ELLERİ TİTRİYORDU..
Şu an gelinen noktanın en somut halidir bu.

Ekstra bir öne çekme vs. olmadığı takdirde Anayasa Mahkemesi için verilen dava tarihi 30 Haziran 2015 ve bu süreçte herkes kendi vicdanı nasıl rahat edecekse onu yapsın.

''Taşı delen suyun kuvveti değil damlaların sürekliliğidir''
#EBileteHAYIR 

Dip not : passolig'in tek getirisi güzel bir elek olması,
Abi ve kardeş olarak gördüğümüz insanlardan hiçbir şekilde duymayacağımız şeyleri duymamıza, öğrenemeyeceğimiz düşünceleri öğrenmemize vesile oldular,
eyvallah. 

Çileli Doğmuşuz Zaten Ezelden..

Alttaki pankartta da dediği gibi 1965'ten beri direnen Eskişehirspor bugünki konumuz.Zeki Müren'in de seneler önce söylediği gibi ezelden çileli doğmuş harbiden Eskişehirspor ve taraftarları..




Eskiden buraya yazmak için zevkle girerdim,iki senedir fark ettim ki  blog’un yüzüne bile bakmamışız.Tabi bunda blog’u unuttuğumuz gelmesin akla hemen.Blog’luk bi durum değil.Hem twitter aleminin piyasaya çıkması,insanların okumaktan üşenir hale gelip 140 karaktere herşeyi sığdırması,hem şike sürecinden bu yana ülkedeki futbolsuzluk.Ne yazabilirsin ki şu ortamda,futbolla alakalı ?

Ülkede futbolun f’sinden eser kalmamış,her gün ayrı bir skandal.Ligin durumu,milli takımların ,tribünlerin hali ortada kısacası futboldan  kimsenin zevk aldığı yok.Neyse bu klişe konulara girmeyeceğim zaten bu konu hakkında hemen hemen herkes birşeyler karalıyor.Aynı şeyleri temcit pilavı gibi tekrar tekrar ortaya koymanın bir manası yok.


Asıl değinmek istediğim tek bir konu var,o da Eskişehirspor’un yazının başında da bahsettiğim değişmeyen makus talihi..Eskişehirspor kurulduğu yıldan beri bir türlü rahat gün yüzü göremeyişi.. 


Bana birisi bu sorunun cevabını versin.Her döneminde mutlaka birşeylere karşı mücadele,hep bir kaos içerisinde.Alt liglerdeyken,tek gayesi hakettiği yere dönmek,İstanbul takımlarına karşı zamanında yenilen hakkını geri kazanmak. Zaman geçiyor,2008 yılında bu amacına ulaşıyor ve hakettiği yere nihayet dönüyor.Derken günler,aylar geçiyor Eskişehirspor bakıyorsunuz artık o hakettiği yerde zirveye oynayan takım oluyor,kupa finalleri,yarı finaller  oynuyor,ligin gediklisi bir takım haline geliyor.Tam herşey yolunda gidiyor derken Eskişehirspor ya bu rahat durmaz,bi anda şike skandalı patlak veriyor,olayların ta içerisinde buluveriyor kendini.Hoppala yine bi mücadele,yine bi skandal,kaos..Arkasından  yönetimin yaptığı bitmek tükenmek bilmeyen yanlışlar zinciriBi iki sene de böyle geçiyor derken geçtiğimiz sezon gelen kongre süreci,yönetim değişiyor,diyoruz sıfırdan başlangıç olsun,Eskişehirspor hakettiği yerlere artık dönsün,siliveriyoruz geçmişi. Halil Ünal yönetimi oyundan alınırken,Mesut Hoşcan yönetimi oyuna dahil oluyor.A’dan Z’ye bir değişiklik en tepede,hoca da değişiyor tabi ki,Ersun Yanal oyundan alınan isim olurken yerine karakteriyle,duruşuyla,gittiği her takımda tıpkı bir gerçek taraftar gibi o takımı sahiplenmesiyle
bilinen,şu ülkede şüphesiz Eskişehirspor adına en çok yakışacak isim olan Ertuğrul Sağlam ve ekibi geliyor.Bir umut ışığı iyiden iyiye gösteriyor kendini.

Vira bismillah diyerek başlıyoruz sezona..İlk hafta evimizde Bursaspor maçı.90 dakika sonunda 2-0 alıyoruz maçı.Bu maçın skorundan öte daha da önemli olan bişey varsa o da maçta sahada olan kadro.Değişim dedik ya,ilk maç bakıyoruz sahaya o da ne Aytaç,Tarık,Erkut,Hasan Hüseyin hepsi sahada.Tazecik,futbola aç,yeni yüzler,yeni genç isimler ..İyiden iyiye güneş doğmaya başlıyor en tepemizde.Ligin ilk yarısını iyi bi yerde bitiriyoruz,2.yarının başında o kabus Bursa maçları derken formsuz  başlıyoruz devreye.Bursa’nın da yardımıyla gruptan son maçı kazanarak çıkıyoruz..Ligde bir türlü o gelmeyen galibiyetler,kupada yarı finale çıkmış olmamız derken bir anda Eskişehirspor ligi bırakıp bütün
odak noktasını kupaya veriyor.Artık tek hedef kupa..Yarı finalde Antalya’yı 30 dakika top oynayarak geçiyoruz,ve artık final..Bu saatten sonra lig kimin umurunda,şehir kenetlenmiş kupaya takımıyla,taraftarıyla,başkanıyla,hocasıyla vs..7 Mayıs günü Konya’da Galatasaray karşısında maç boyu iyi de oynayan Eskişehirspor Galatasaray’ın kalemize bir kere gelmesiyle golü buluyor,umutlarımızı da başka bahara bırakıyor.Yenileceksek de böyle yenilelim diyor,maç bitiminde sanki kupayı alan Eskişehirspor olmuş gibi orada stadın yarısını dolduran taraftar “ Şaampiyon” diye çağırıyor takımını tribüne..

Böylece sıfırdan başlangıcın ilk sezonunu geride güzel hatıralarla bırakıyor,artık önümüze daha yüksek hedefler koyarak giriyoruz.Bu sene artık hedef lig diyoruz.7’den 70’e herkes  ilk sezon kupada gösterilen bu başarıyı ikinci sezonda ligde bekliyor şehirde.Bu beklentiyle açıyoruz sezon başını.

Derken bir anda yine o makus talih kendini gösteriyor.Eskişehirspor ya bu,illa bişeyler ters gitmeye başlayacak,rahat durmaz.İlk önce Ertuğrul Sağlam’ın teknik direktörlük kariyerinde yanından ayırmadığı Mutlu Topçu hoca Kayserispor’un başına teknik direktör olarak geçiyor.Kayseri’de kariyerini parlatan,Bursa’da bu kariyerin zirvesine ulaşan Ertuğrul Sağlam’ın bu başarılarında futbolculuk dönemlerinde de Beşiktaş’ta yıllarca beraber oynadığı Mutlu hocanın payı inkar edilemez.Mutlu hoca,Ertuğrul hocayı her zaman arkadan itici bir gücü olmuştur bugüne kadar.Hani dedim ya en başta Ertuğrul Sağlam ve ekibi diye,işte kastettiğim asıl nokta buydu.Türkiye’de teknik direktörlerin geneli hemen hemen hepsi sadece ismiyle bahsedilirken Ertuğrul Sağlam daima ekibiyle bir olmuştur.Ertuğrul Sağlam teknik direktörlük kariyeri boyunca elde ettiği başarılarını hiçbir zaman tek başına yapmamıştır.Futbolun bir ekip işi olduğunu gösteren,birlik-beraberlik olmadan hiçbir başarının gelmeyeceğini,Simon Kuper’in dediği gibi “Futbol asla sadece futbol değildir” mentalitesini ispatlayan hocaların en başında gelir ülkede Ertuğrul Sağlam.Ertuğrul Sağlam ismi bugün Türk sporunda bir marka olmuşsa, her zaman bu işi bir ekip olarak yapmasından kaynaklanır.Mutlu hocanın onun yanından ayrılması makine dişlisinin bir dişinin kopması gibi..

Mutlu hoca ayrılınca yerine gelen Ümit Bozkurt onun için bir yedek parça olamadı,dolduramadı o boşluğu,olamazdı da zaten..Çünkü aynı kelimeleri konuşmuyorlardı,aynı kafada değillerdi Ertuğrul Hocayla.İtici bir güç olamadı Ertuğrul Hoca için,bunu ne o yapabildi ne futbolu 2 yıl önce bırakmış olan tecrübesiz  Ömer Erdoğan.Hal böyle olunca da yalnız kaldı Ertuğrul Sağlam. 


Eskişehirspor’un makus talihini etkileyen olaylar zincirinde Mutlu hocanın ayrılması tek başına tabiki de yetmezdi,yetmeyecekti.Bir de sezon başlamadan Passolig skandalı patlak verdi.Tarihi boyunca asla siyaset malzemesi olmayan,hiçbir ranta sevdasını asla malzeme etmemiş,bu sevdasını her daim "siyasetüstü" olarak görmüş  Eskişehirspor taraftarına bir de Passolig denen siyasi rant ürünü olan bu dayatmayı getirip  koydular önüne,zaten can çekişen futbola ülke genelinde bir de bu dayatmayla öldürücü darbeyi indirdiler.Hal böyle olunca Eskişehirspor taraftarı pek tabiki bu dayatmayı kabul etmeyecekti,edemezdi çünkü özüne aykırıydı bi kere. Sevdasını yüreğine gömdü,bağrına taş bastı,bundan sonra bizde dışarda destekleriz sevdamızı dedi.Mesut Hoşcan yönetimi de bu siyasi dayatmaya ses çıkarmayıp taraftarı yalnız bırakınca,Mutlu hocanın ayrılışıyla kulübede yalnız kalan Ertuğrul hoca, statta da kalakaldı öylece..Ülkede futbol çoktan bitmiş,çift okeye dönüyordu artık.Gerek yönetim gerek futbolcular Ertuğrul hocanın belki bedenen yanında  gözüküyordu o sahada  ancak özünde onu anlayan,onu tamamlayan kimse kalmamıştı artık..16 Mayıs 2010 akşamında Bursa’da bu birlik-beraberlik kariyerinin zirvesini yaşayan Ertuğrul hoca da artık yapayalnız kalıyordu ruhen,özüne dönemiyordu bir türlü..Hal böyleyken de yanlış tercihler  sürekli devam ediyordu saha içinde.Ne Serdar Özkanlar,Ergün Teberler,ne Mirkanlar,onun özüne uygun isimler değildi bi kere..Eskişehirsporla çıktığı ilk lig maçında bu yola çıktığı isimlerin asla yerini tutamazdı bu isimler.Ne Serdar Özkandan bir Hasan Hüseyin ya da Aytaç,ne Mirkandan bir Erkut,ne de Ergün Teber’den bir Tarık olmazdı,olamazdı..O günkü Bursa maçından sonra Hasan Hüseyin’le Erkut’u dilinden düşürmeyen Ertuğrul Sağlam gitmiş yerine alakasız,özünü kaybetmiş bir Ertuğrul Sağlam gelmişti artık,yapayalnız,çaresiz.Mazide kalıyordu artık bu görüntüler..

Gelgelelim Mutlu hoca,Passolig derken 7 Mayıs akşamından sonra ikinci sezonda gözünü lige diken,artık hedefine daha emin adımlarla gitmeyi bekleyen  Eskişehirspor yine nurtopu gibi bir kaos ortamıyla başbaşa kalıyordu.Son Balıkesir maçıyla ligde nagalip serisini 7 maça çıkaran Eskişehirspor bu durumdan çıkabilir mi bilmiyorum,ha çıkar çıkmasına eğer Ertuğrul Sağlam bi an önce silkelenip özüne dönmeyi bir şekilde başarabilirse,bu durumdan çok kısa zamanda çıkar.Hatta 2010 yılı Bursa’sında yaşadıklarını burda da, hatta fazlasını yaşar.

Bildiğim bişey varsa,işte o zaman da Eskişehirspor’un bunca yıldır yaşadığı o makus talihi orada kırılır,50 yıldır çektiği bu sıkıntıların bu seneyle sona erip,rahat bi günyüzü göreceği gibi gelecek 50 yılını bile kurtarır.

Benden uyarması..


Neden Passolig Almayalım¿

Fikstür çekildi, insanları ister istemez yeni sezon heyecanı sarmaya başladı fakat kafalar şu an için oldukça karışık. Sebebiyse pek tabi ki Passolig.

Geçtiğimiz sezonun sonlarına doğru uygulanmaya başlayan, tam manasıyla uygulandığı stadyumlarda büyük boşluklara sebep olan, özellikle aktif tribün yaşantısı olan hemen hemen hepimizin karşı durduğu bir fişleme, bu esnada da birilerinin cebini dolduracağı bir rant sistemi..

Konuyla içli dışlı olanlar zaten mevzuyu az çok biliyorlar, bilmeyenler için kısa bir özet geçelim.

Passolig adı altında üzerinde en yakışıklı/güzel fotoğraflarını sergileyebileceğin, adın soyadın ve TC Kimlik numaranın olduğu allı pullu bir Master Card veriyorlar. Sen bu kart olmadan bu sistemin uygulandığı liglerde, bu sistemin oynandığı hiçbir maça giremiyorsun. 

Faydası yok mu? Tabi ki var..

Fotoğrafın yakışıklı/güzel ise stadyuma giriş esnasında arkandaki karşı cinsin senin hakkında kısa bir analiz yapacağı şekilde turnike üzerinde/yanındaki ekranlara çıkarak şansını artırabilir, kısmet arayabilirsin. Tribündeki adresin de ekranlarda, hadi yine iyiysin çakaaall.. (Mahalle : B Blok, Sıra No: Sokak, Koltuk No : Apartman/Daire..) 

''Lan olm tribünde adres mi olur, istediği yere geçer'' derler adama. Demeyin kardeşim, sistem oturdukça ipe ipe o koltuğa oturmak zorunda kalacaksın. Aksi takdirde 6222 ellerinden öper..

Faydası bu kadar mı? Tabi ki hayır!

Gıda, giyim, ulaşım sektöründe birçok firmadan anında %bilmem kaç indirim. Sevdanız üzerinden kazandıkları rant stadyumlarla sınırlı kalmamış, doymamış aç gözlü girişimci. Sevdanız üzerinden firmaların kazanç havuzlarını / müşteri kartelasını genişletip şekil yapıyor, itibar kazanıyorlar. Aman canım, siz yüzde bilmem kaç indiriminize bakın romantizme bağlamayın. 

Ama ''Bu kartı alacağım'' diyen arkadaşlar romantik düşünmüyorlar mıydı? Çelişki..

Zaten bu kartı almış, alıyor ve alacak olanların %99'u romantik tribüncüler. Diğer %1'lik kısım ise bu e-bilet'in çıkış noktası olan ''Türkiye tribünleri pisliklerden temizlenecek'', ''Maçlarınızı sinema ferahlığı, tiyatro seyircisi kıvamında rahat rahat size ait koltuğunuzda izleyeceksiniz'' palavralarına kanan kamiller.. 

Her zaman derim ''Tribüncü adam romantiktir'', ''Tribüncü adam karşılıksız sevmesini bilir'', ''Tribüncü adam evlenilecek adamdır.'' diye..

Hah işte, bu düşünceler sadece benim/bizim değil bu sistemi çıkaranların, bu sisteme çanak tutanların ve bu sisteme göz yumanların da dikkatini çekmiş ve sonrasında ''Seven insan yalnız bırakmaz yea'' düşüncesiyle girdikleri birliktelik sonucu nur topu gibi bir e-bilet sistemimiz doğmuş adını da Passolig koymuşlar. Kulağına ezanı da tribünde susarak okumamızı, çocuğu uykusundan uyandırmamızı 6222 ile Emre'dicekler.

Tamam romantik olalım, duygusallığın dibine vuralım ama ''Kardeşim senin hatunun iyiliği için dön arkanı da O'na bi koyum'' diyene de arkamızı dönmeyelim. 
*Ama hatun istiyor ve izin vermezsen onu bir daha görmeyeceksin? 
(*Hatun bu sisteme ses çıkarmayan kulüp yöneticileri olsun **Kulübünü temsil ediyor**)
-Hmm şeyy..
-Böyle şeylere karşıyım ama başka çarem yok, koyun gitsin..

Ne demek başka çaren yok lan? 
Romantik/Duygusal bu adamlar aynı zamanda ''Delikanlı'' değil mi?

Sevdası üzerinden tehdit edilen adam tümüyle teslim olur, mücadeleye girişmez mi? 
Gurur duyduğu, göğsünü gere gere övündüğü sevdasının başkalarının paspası olmasını ''Başka çarem yok'' diyerek izler mi? 
Yeşilçam'da ''Sakın hiç kimseye/polise haber vermeyin yoksa hatun ölür'' yemini yiyen, hem fidyeyi verip hem de hatundan olan, beyni kiloduna kaçmış aktör müsün la sen?

Yanında olamayabilir, bir süre görüşmeyebilirsin. 
''Platonik Aşk'' diye bir şey var romantik kardeşim. 

Senin hatunu düzmelerinden daha onurlu, O'nu uzaktan severken aynı zamanda hatunu kötü niyetli kişilerin kıskacından nasıl kurtabileceğini sağlıklı bir şekilde düşünüp ''Onurlu'' bir mücadeleye girişebileceğin kudretli bir kavram..
***** 

Passolig alacağını söyleyenlerin tutundukları dallara da bir değinelim.


''Takımın sahada desteğe ihtiyacı var''cılar ;
Stadyum dışında meşaleni yak, toplan onbinlerce kişi sesini/ruhunu içerdeki topçuya hissettir. 

Dip not : Zaten içerde meşale yakamayan, konfeti atamayan, yer yer davulun bile yasak olduğu kuru kalabalık olarak kalacaksın. Söylediğin besteyi kılıfına uydurup stat hoparlörlerinden vermeleri, tribüne de doluymuş gibi gösteren bir branda asılması bile yokluğunu hissettirmemeye yetecektir sen rahat ol.. 

Önüne her konulana boyun eğdiğin sürece çok değil 1-2 seneye kadar dilediğin tezahüratı bile haykıramayacaksın. Siyasilerin mitinglerde kullanıkları, önlerinde konuşacakları şeyleri yazan cafcaflı ekranların gelmesi de yakındır. Orada ne yazarsa onu bağırırsın artık. ''Yok o kadar da değil!'' deme, O Kadar!.
Yıllar önce meşaleler cayır cayır tribünlerde yanarken ''Yıllar sonra bu tribünlerde yanan doğum günü pastasındaki maytap yakan kişiler 1 yıl tribüne alınmayacak, bunun için her maç karakola yoklamaya gidecek'' deseler yemin ediyorum donunu tribün ortasında indirip kıçıyla gülen büyüklerimiz olurdu. (Belki de olmuştur)

''Sigara gibi alışkanlık oldu, bırakamam''cılar ;
Yıllardır imkanı oldukça her maçına gitmiş, maç olmayan haftalarda sudan çıkmış balığa dönen romantik tribüncülerimiz alt yapı ya da passolig gerektirmeyen başka bir branşı destekleyebilir. Ha eğer tutku dediğimiz şey ESKİŞEHİRSPOR değil de A takım düzeyinde oynanan FUTBOL oyunu ise orasını bilemem. 

Kimse sana ''Bir daha Eskişehirspor ismini ağzına alma. Eğer dayanamazsan çekirdek çitle iyi gelir'' falan demiyor. Passoligli ortamı hasta bir sevdiğinin olduğu yer gibi düşün ve O iyileşene kadar sigaranı orada içmemeye gayret et.

Alt yapıdaki çocukları destekle, yeni Alper Potuklar çıkmasına katkı sağla. ''0'' maliyetle milyon liralık topçu çıkarabilmek, İstanbul devşirmesi kaşarların kaprislerini çektiğin 90 dakikalık sürede takıma verdiğin destekten çok daha fayda sağlar çok sevdiğin kulübüne.

(Hem oralarda en azından şu an için meşalene konfetine de karışmıyorlar.)

Dip not : Kaldı ki sigaranın kötü bir alışkanlık olduğu çocukluk çağında kulaklara fısıldanan bir şey iken hiç bir çocuğa okuldaki öğretmeni ciddi anlamda ''Aman diyim Eskişehirspor'u tutma'' dememiş, çocukları bir araya getirip bu konu hakkında konferanslar düzenlememiştir.

''Takım ciddi bir gelir kaybı yaşar''cılar ;
Kombine bilete vereceğin paranı doğrudan kulübe bağışla / Gitmediğin maçlarda almadığın bilet paralarını biriktir sezon sonunda bağışla.

Dip not : Makbuzunda ''Master Card'' da yazmaz, doğrudan kulübün kasasına gider desteğin, makbule geçer. Bağış makbuzunla bağzı firmalardan %bilmem kaç indirim kazanamazsın belki ama olsun, ekstra giderin olmaz (WC, Çöp vs.) kulübün daha çok kazanır.  Oturmadığın evin kirasını veriyorsun, daha öte nasıl maddi bir katkın olabilir ki?

''Ya takım küme düşerse''ciler ;

''Bu sezon yaptığımız transferler ortada, işimiz zaten zorken yalnız mı bırakalım'' şeklinde mevzuyu bizlere savunarak günü kurtaralımcılar.

Onların anlamadıkları şey ise tüm vücut tehdit altında, gerekirse bu sezon parmağı kesmek gerekliliği. Senin bu sezon kaybetmeyi göze almadığın parmak bir kaç yıl sonra bütün vücudun işlevlerini yitirmesine sebep olabilir.


Dip Not : Alt liglerde tribün daha tribün, futbol daha futbol. O günleri görmüş geçirmiş bir çok kişi oradaki karşılaşmalarda, mütevazi kasabaların stadlarında aldıkları hazzı Süper Lig'de alamadıklarını sık sık dile getirirler. Bu kötü durum bile aslında bir fırsat.

''Lig TV'ye mi kazandıracağız?''cılar ;
Senin sevdan dörtgen profil arasına sığdırılmış kadar hiç boyutlu mu? 
İzleme. 
1 sene sık dişini bu tutku tüccarlarını ters köşe et. Zaten çoğunluk kesim senin gibi davranırsa düşünmeye başlayacak, kamuoyu bizden yana oluşacak ve e-bilet uygulamasını geri çekecekler. İşte o zaman Lig TV paket ücretlerini değil, has mı has kombinelerimizin ücretlerini takip eder kuyruğuna gireriz.

''Şiddet ve düzensizliği önlenecek''ciler ;

Kart olmadan bunu yapmamaları için bir sebep yok ki. Meşale yakanı, kavga çıkaranı terörist olarak görüp stadyumlardan zaten men ediyorlar. Ben de o teröristlerden birisi olarak şunu biliyorum ki 6222'ye göre suç olan şeylere müdahale etmeleri için stadyum kameralarına cüzi miktarlarda yapacakları yatırım yeterli. Senin cebinden ekstra para gondiklemelerine gerek yok.
Eskişehir Atatürk Stadyumu eski deplasman tribünü mevkiisine dikilen gecekondu polis kulesinin zaten her türlü yasa karşıtı şeyi çözebilmesi gerekmiyor mu? Ama yok, doymadılar.. 

Dip not : İtalya'daki ''Tessera Del Tifosso'' adlı yasa da bizim önümüze konulan tarzda içeriğe yakındı. Bu yasa sonrası tribünlerdeki boşluklar artarken, şiddet sokaklara sıçradı ve tüm kavga/gürültü hayatın tam içine oturdu.

''Stadyumda son senemiz''ciler ;
Duygusal yaklaşımların başında geliyor. 
Senin yıllardır yer aldığın o stadda yer almamış olman senden sonra gelen nesile yeni stadyumda daha özgür, daha ateşli bir tribün yapmasına vesile olma ihtimali milyonda bir de olsa yap bi babalık. 
Olur ya da olmaz senin yıllar yıllar sonra alt neslinle Eskişehirspor'dan konuşurken ''Sırf sizin üstünüze daha fazla gelmesinler, sizin önünüze dayatmaları abartmasınlar diye o sene son sene olmasına rağmen stadyuma girmedik gözüm'' şeklinde boğazında düğümlenen kelimeler duygusallığını daha da tavan yapacaktır emin ol.

Stadyumun son senesine eşek değillerse zaten özel maç kıvamında passolig uygulamadıkları bir kapanış yaparlar. Olur da passolig o maç da uygulanırsa stadın mazisi hatrına kıralım kapıları, nolmuş yani?

''Takımın en büyük gücüyüz, başarısız oluruz''cular ;
Sen öyle san. 
Eğer gerçekten bu ülkede tribünler takımlarının gücü olsalardı, kulüp yöneticileri önlerine konan ''Taraftarı Eritmeye'' yönelik bu yasaya eyvallah çekmezlerdi. 
''Yaa onlar da nasıl olsa geliriz diye düşünmüşlerdir.'' 
Yav he.. Aynen romantik kardeşim. İpe ipe stada geleceğini, ipe ipe önüne konanı kabul edeceğini düşündüler tabi ki. 
Daha önce ne onlar böyle bir şey yaşadı ne de bizim nesil.. Sen bi dişini göster bakalım, stadlar bi boş kalsın 3-5 hafta, bak gör o zaman şenliği. Zaten karizması çizilmiş bir ülke futbolunda az buçuk faça yapan tribünler de cılız bir topluluk sahadaki topçunun gaz sesi bi duyulsun, sporcu adamların ettikleri o küfürler falan bi yankılansın hele.. 

Önce homurdanmalar başlayacak, ''Noluyoz lan?'' diyecekler.
Sonra medyada mevzuya hakim abiler ''Zaten stadlardan seyircinin uzaklaştığı futbolumuzda e-bilet ile iyice dibe vuruyoruz, yanlıştan dönülmeli'' fikrini savunmaya başlayacaklar.
Akabinde bu işe zekası ermeyen, geçimini futbol üzerinden kazanan diğer piyonlar da imana gelip ''Aman ağalar, mevzu boka sarıyor, iyice boka bulaşmadan yanlıştan dönülmeli'' diye zırlayacaklar.

Sezon sonuna kadar böyle bir ortam olursa o yıldız topçular ''Ateşli taraftarlarıyla ünlü X takım'' diyerek gelmeyecek. Marka değeri dibe vuracak, 3. sınıf liglerden artık hiç bir farkı kalmayacak ligin, daha çok para basmak zorunda kalacaklar falan.. 

Uzun vadede olacak işte bunlar, burun kıvırmayın. 

Dışarıda gezerken stadyumdan gelen seslere giden, cebinde sadece o maça yetecek çocukları passoligi yok diye sokmayacaklar içeri. 
''Yahu gel seni bugün maça götüreyim'' diyemeyecek cebinde sadece o maça yetecek parası olan amcalar, dayılar.. Passolig gelecek akıllarına susacaklar. En fazla (varsa) evin bahçesinde ya da kapı önünde iki top tepiştirecekler.
Alttan gelen nesili de inanılmaz eritecekler..

''Sadece bizim almamamızla olmaz ki''ciler ;
Mevzuya sadece Eskişehirsporlular olarak bakarsan tabi ki olmaz. 
''Biz'' kavramı bitirilmeye çalışılan Türk Tribünleri olur, herkes bilinçli bir şekilde bu boykot sürecinde (2014/15 Sezonu) aktif rol oynarsa e-bilet mevzusunun geri çekilmesini sağlayabiliriz. 

Dip Not : Passolig'in belki de en büyük faydası şu olacak. 20'şer milyon taraftarı olduğu söylenen kulüplerin de 3'ünün satış rakamının bile 1 milyona ulaşması bile çok ütopik olur. 3'ü ellerini birleştirip Selena'yı çağırsa gelir ama 1 milyon Passolig bile imkanı yok sa-ta-maz-lar. 
Maç ertesi günü spor gazetesi okuyup, derbiden derbiye tv karşısına geçen fason taraftarların bu kartlara erişimi ''Gazete Okumak / TV İzlemek için Passolig gerekir'' evresine kadar yaş iştir. 

''Passolig alır, stadyumda protesto ederim''ciler ;
''Tepki dışarıda verilir mi?'', ''Sesinizi nasıl duyuracaksınız?'' sorularını sıklıkla soran ''Aptal Aşık'' tabirine cuk oturan dostlar.. 
Bile bile tarrak altına giriyor sonra da ''Beni traş etmeyin'' diyorlar. 

''Stadyumda ''E-Bilete Hayır!'' pankartı açıp, slogan atarız..''
Yahu kurulan sistemin esas amaçlarından olan ''Protestoyu asimile etmek'' üzerinden fişleneceksin. Koltuk numarana kadar belli olan kartını bloke edip eline verecekler, artık canları 6222'nin hangi maddesinden isterse yaptırım uygulayacaklar. Oltaya gelen balıktan farkın kalmayacak..

''Biletlere de komisyon kesiyorlardı, ha Biletx ha Passolig''ciler ;
Daha önceleri uygulanmaya başlamış ve zamanla oturmuş bilet sistemini kökünden değiştirmek için epey geç kaldık. Fakat e-bilet mevzusu henüz oturmadı ve buna engel olma şansımız var. Şu an önüne konulan sistem hem fişliyor, hem şuraya otur diyor, hem de bunlara rağmen üste para vermiyor üste para alıyor, o para kimlerin kimlerin cebine giriyor..

Dip not : E-Bilet öncesi sistemde kulüpler istediği takdirde kendi biletini kendisi basabilir ve kimseye komisyon vermek zorunda kalmayabilirdi, örnekleri var. Komisyon vererek alınan biletler de kulüplerin o işle uğraşmama isteği denilebilir.


''Beleşçileri bitirecek, bedava bilet yalan olacak''cılar ;

Yaşadığımız ülke Türkiye arkadaşlar.
Burada her şey kılıfına uydurulur. Bedava biletin dönüdüğü yerlerde zihniyeti beş kuruş etmeyen yöneticilerin ofislerinde passolig'e kredi yükleyici cihaz yerleştirmeleri de pek ütopik bir durum olmaz. Bunu da geçelim..

''Kafam karışık hemen almıycam''cılar ;
Aralarında en zeki olanları.. 
Passolig alıcam/almıycam mevzusunu başka yerden anlayanlar..

''Kombine çıkar çıkmaz alacak halim yok, bakarım duruma ona göre sezon başlarken alırım.''

İlk maç o kartı alarak zaten rantçı ağaların ceplerine bir miktar da sen doldurmuş olacak, geri çekilmesi için mücadele verenlerin yanında olmayacaksın. Ha Temmuz başında almışsın, ha ligin başlamasına bir gün kala..




''İlk zamanlar heyecan  yapıp almıştım''cılar ;
Kır at..
Kırması çok zor, elastik yapıda kart yapmışlar. Pes etme, kırılır..
Sonra da ara ''Müşteri Hizmetleri''ni  ve iptal ettir kartını.

''Passolig almayanın bağlılığını sorgularım''cılar ;

Orda bi duracan.
Eskişehirspor veya X takıma bağlılık ve duyduğun aşk 90 dakika boyunca bir stadyuma sıkıştırılmış (.rar) bir yapıysa sokayım öyle bağlılığa..

Tuttuğun takımı kimliğin gibi hayatın her yerinde taşıyamayanlardansan zaten git en ön sıradan al pasonu.


Girmediğin maçın parasını kulübe bağışlamak,

90 dakikalık arta kalmış zamanını sokakta, alışverişte küçük çocuklara takımını sevdirmek/takımının misyonerliğini yapmak kimseyi daha az Eskişehirsporlu yapmaz. 

********

Özellikle bizim nesilimiz tarihle övünüp ''Yok şöyle dik durduk'', ''Yok şuna boyun eğmedik'', ''Düzene tepki olarak doğduk'' diye atar tutar.


Geç bir aynanın karşısına da bir bak..

Bugüne kadar neyin karşısında durdun Allah aşkına söyle?

Yıllar önce Fenerli yöneticini 15-20 kişi protesto ettin.

Takımın bu sene Avrupa'dan men edildi skinde değil..
Eski stadyumun yerine genelev yapsalar gıkın çıkmayacak vaziyetteyken harbi harbi bu kulüp için ne yaptın?
Al karşına kendini bi sorgula, yanıtını biz bilmeyelim.
Kendini kandıramazsın..

Abiler, kardeşler;

E-Bilet yıllardır toplanan koçanlı/yaprak biletlerin mirası olan görseline ruhumuzu kattığımız kombinelerin; unutulmaz maçlarla ilgili elimizde, dolabımızda saklayabildiğimiz en somut materyal olan biletlerin, birçoğumuzun da geçtiği yollarda yürümeye çalışan ''Abi beni de içeri soksana''cı ufaklıkların sesi olma vazifesine bizleri itiyor.

Öümüze konulan dayatmaya, sevdamıza uzatılan ellere ilk defa omuz omuza ''Hop, ne ayaksın?'' deme fırsatını çöpe atıp kolayına kaçmayalım.


Çok değil, 1 sezon şu dayatmaya karşı çıkar A takım düzeylerinde aşkımızı platonik haliyle yaşarsak bizim de ileride evlatlarımıza anlatabileceğimiz bir zafer hikayemiz olabilir.
Bağzı milyon taraftarı olan kulüpler bile kombine bilet satabilmek için şimdiden başladı futbolcuların tribün yaptığı reklamlara..
Önceleri bu dönemlerde çatır çatır satılırdı o kombineler, bu bile belli bir noktaya daha başlamadan bile ulaşılmışlığın kanıtı olarak gösterilebilir.

Kulüp yöneticileri taraftarın önemini ve ciddiyetini böyle böyle anlayacak, önlerine konulan her yasaya eyvallah çekmeyecek, bu tür şeylere balıklama atlamaları bu şekilde engellenecek başka yolu yok.

''Şunu uygulayalım'' dediklerinde ''Ama taraftar kabul eder mi?'' diyebilecekler.
Ağızları yansın bi hele..

İlerde bize ''Bu sisteme nasıl izin verdiniz?'' diye sorduğunda çocuklarımız,

''Karşı çıktık, mücadele ettik ama olmadı'' der ve ekleriz ;
''Ama önümüze konulana da kolayca boyun eğmedik''

Bu noktada alana da almayana da saygı duymak?

Alanlar zihinlerde bu savaşta bir senesini feda edenleri yalnız bırakanlar olarak yer edinecek.

-Ya kaybedersek?

''Savaşan kaybedebilir. Savaşmayan çoktan kaybetmiştir'' der Ernesto Che Guevara.
O zaman her beraber gireriz stadlara Allah ne verdiyse..



Dip notun dibi : 

''Emre sen cezalısın zaten o yüzden böyle rahat konuşuyorsun''cular ;
-He babaye he babaye he..

Yarım kalan hikayemiz..

Hikayeye ya da kupayı alamadık diye yazamadığımızı düşündüğümüz, adına da ‘’Hikaye’’ adını verdiğimiz yazıya nerden başlamak gerek bilemiyorum.

Kupa alınmadan yazılan veyahut ‘’Şimdilik’’ yarıda kalmış bir hikaye olsun diyelim bizimkisi de..

2 sezon önceki İzmir macerasında Bursaspor’a karşı yarı finalde elenerek veda ettiğimiz Türkiye Kupası’nda geçtiğimiz sezon da aynı noktaya kadar gelmiş rövanş usulü oynanan karşılaşmalarda Fenerbahçe’ye penaltı atışları sonucu finali kaptırmıştık. Bariz hakem hatalarıyla..
Hem İzmir hem de İstanbul’da göz yaşları utanma denilen şeyi göz ardı ederek süzülmüştü en atarlı delikanlıların, en metanetli abilerin yanaklarından. Dökülen yaşlarını rakip görürse sevinir diyerek içine attı bir çoğumuz da, belki de başlarını yastığa ilk koydukları anda attılar üzerlerinde biriken hüsranın, hasretin, başarıya açlığın 2 damlaya sığdırılmış halini içlerinden..

Şehri  ‘’O Kupa Bu Şehre Gelecek!’’ yazılı bayraklarla süslemiş, İzmir’de Fethi Heper ’in yıllar önce kaldırdığı kupayı tribünlere taşımış, ‘’Maziyi Savura Savura Es’’ demiştik. Tribündeki tüm inanmışlık ne yazık ki sahada bizi temsil edenlere tesir etmemiş, darmadağın olmuştuk. O sıralarda bir isyan, bir sinir, bir bir bir bir.. her çeşit duyguyu taşıyan ateşler yükseldi tribünden, yandı meşaleler.
Sahada yenilebilirsin, tribünde asla!’ydı slogan..

2 senelik yarı final macerasının elbette ki daha fazla paragrafı vardır fakat bu sene yaşadığımız  3H’ı  (Hasret, Heyecan, Hüzün)   tekrar edeceği için kısa kesiyorum.

Sezona, padişah edasıyla kulüp başkanlığına ambargo koyan, kimsenin de kendisinin yıkamayacağını düşünen/düşündüren Halil Ünal’ın Mesut Hoşcan ve ekibinin muazzam çalışması ile saf dışı bırakılmasıyla başlayacaktık.

Yeni yönetimin yaptığı araştırmalar sonucu yüz trilyon civarı çıkan borç sonrası ben ve çevremdeki bir çok renkdaşım ‘’Malum kişiden kurtulduk ya, küme düşmeyelim yeter, sonraki seneler Allah kerim’’ modundaydık fakat takımın başında Ertuğrul Sağlam olunca insan kıyısından köşesinden bir başarı da beklemiyor değildi..

Pas yüzdeleri iyi vs. derken beklentilerin çok çok yüksek olmadığı bir sezonda ikinci yarısı başladığında alınacak galibiyetlerle 4. Olma şansı yaşadığımız bir lig vardı önümüzde. İkinci yarı gelmedi o galibiyetler ve git gide tatsız sonuçlar, gol atamama ve forvet yetersizliği ile kronik Eskişehirsporlu rahatsızlığı kansere koşar adım gittik. Bunların üzerine küfür ile saha kapatma cezaları, passolig falan derken tadı tuzu kalmadı ligin.

Ligteki olanca rutin tatsızlığa karşın kupadaki şanslı kuralar, iyi sonuçlarla gelinen nokta şehre hayat veriyordu.

2. turdan katıldığımız kupa maratonunda 25 Eylül’de Çıksalınspor’u sahamızda 7-0 mağlup ettik.

3. turda rakip Alanyaspor’du.. ‘’Bugünkü zaferlerin dünkü kaptanı’’ yazılı pankart  babası vefat ettiği gün sahaya çıkmış, bugün ise rakip olan futbolcumuz Zafer Şahin’e açılmıştı.
Ve yine sahamızda oynadığımız maçı 2-0 kazandık.
Daha sonraki turda şanslı kura çekişimiz ve ev sahipliği devam etti ve bu kez de Belediye Vanspor’u ve Fethiye'yi geçtik.

Akhisar, Bursa ve Sivas ile aynı gruba düştük.

Grup karşılaşmaları hiç de istediğimiz gibi başlamadı ve  Akhisar’a sahamızda 2-0 mağlup olduk. Umutların köreldiği anda Sivas deplasmanından aynı skorla galip dönmemiz gruptan çıkma yolunda bizleri yeniden umutlandırdı. Bursa’ya deplasmanda yenilip içerde yenmemizin ardından Akhisar’la deplasmanda berabere kalarak gruptaki son maçlara girdik. Bizim grupta iddası kalmayan Sivas’ı devirmemiz, formdaki Akhisar’ın da Bursa’da puan kaybını beklememiz gerekiyordu. O dönemde alınan sonuçlar, oynanan futbol vs. Akhisar’ın gruptan çıkmayı garantileyen Bursa’da puan bırakmayacağı yönünde düşüncelere itiyordu herkesi fakat Bursaspor Akhisar’ı mağlup etti. Bizim de Sivasspor’u yenmemiz sonrası kupada yarı finale kalmayı başardık.

Diğer grubun birincisi Antalyaspor ile biz, ikincisi Galatasaray ile de grup lideri Bursaspor eşleşti.

İlk maç Eskişehir’deydi, heyecan yine doruklarda..

Bu kez şeytanın bacağını kıracak ve çıkacağız finale diyorduk. Şehri bu havaya büründürmek vazifemizdi ve bayraklar, pankartlar asıldı caddelere, sokaklara, köprülere, apartmanlara..

ESkisi gibi ES, O Kupa Bu Şehre Gelecek! gibi klasikleşmiş sloganların yanına köprüleri, caddeleri süslemek için söz arayışı vardı. Boyalar hazır, kumaşlar hazır pankart yapılacaktı fakat hala ortada ‘’İşte bu!’’ denilecek bir söz yoktu. Tam bu noktada koreografi ve diğer pankartlardaki çizimlerin mimarı Oktay’dan geldi sürecin sözü.
‘’Hikayelerle büyüyen çocuklar şimdi kupaya uzanıyor’’
Şehrin sokakları yıllar sonra ilk kez bu denli bir bayrak yoğunluğu yakalamış, kafaların çevrildiği her yerde Eskişehirspor var olmuştu.

Derken ilk maç sahamızda oynandı ve son dakikalarda yediğimiz golle aklımızda hiçbir şekilde olmayan bir mağlubiyet ile yıkıldık. Takımın bariz bir gol atamama sorunu vardı ve bu sorun bir şehrin umutlarını baltalar vaziyette etkin biçimde gözüküyordu.

Sevdikleriyle yediği yemeklerde tabaktaki yemeğin bitmesini bile kupa finaline bağlayan totemler yapan çocuklar.. Yine mi hüsran?

Cezalı olduğum için giremediğim maç bitiminde stadyumdan çıkanlar barlar sokağı civarında üstüme üstüme geliyordu, herkesin üzerinde maç öncesindeki umudun zerresinin kalmadığı asık yüzler..

Derken Sinan’la buluştuk Haller geçidinde..
‘’Hangi pankartı yapmadık ki?’’, ‘’Neyin üstesinden gelmedik ki?’’ diyebilen Sinan bu kez bu kafadan biraz uzaklaşmış gibiydi. ‘’Antalya’da koyup çıkacağız lan’’ gibisinden girdim cümleye. ‘’Fikrim var’’ dedim. ‘’Bütün tribünü bu yolda futbolculara inandığımızı gösteren pankartlarla donatalım’’. 

‘’Hangi turu atlamadık ki?’’ kafasına ulaşmak zor olmadı Sinan için..

Zaten bir hikaye olacaksaydı bizimkisi düpedüz arka arkaya gelen kolay galibiyetler, dümdüz asfalt olmamalıydı. Engeller olmalıydı kupaya giden yolda ve o engellere rağmen inanmak anlamlı kılardı o hikayeyi..

Antalya mağlubiyetinin ertesi günü oturduğumuz Hakan ve Ömer’i ben hiç bu kadar kötü, bu kadar ümitsiz, bu kadar üzgün görmemiştim. Vaziyet kötüydü..

Başta yakın çevremiz olmak üzere fikri paylaştığımız renkdaşlarımızın olumlu bakmasıyla ‘’Size İnanıyoruz’’  pankartları hazırlandı ; İspanyolca, İngilizce, Portekizce, Fransızca ve Türkçe..
Ha bir de ‘’Sana inandık koştuk geldik’’.

Pankartlar hazırlanırken oynanan maçta Bursaspor öne geçtiğinde bir an ‘’Çıkmasak mı?’’ olmadım değil şahsen. Bunda hem Bursa’ya şansımızın tutmayışı hem de Galatasaray ile tarafsız bir sahada yarı yarıya tribünlerle oynanması arzum yatıyordu. Daha sonradan Galatasaray’ın galip geldiğini öğrenince finalde rakibimiz oldukları için sevindim, ne yalan söyleyeyim..

Cezalı olmamıza rağmen bu turu alıp geleceğiz inancıyla Yiğit abiyle ben de düştük Antalya yollarına inanan kardeşlerimizle beraber..

Antalya girişindeki arama noktasındaki yetkili polise cezalı olduğumuzu ve imza atmak için bir karakola bizi yönlendirmelerini söyledik, stad civarındaki polis memurlarının bize yardımcı olacakları yanıtını aldık. Stad civarındaki polislerin 6222 sayılı yasaya hakim olamayışları, bizi karakola nakletmemeleri derken maç başladı. Kendi imkanlarımızla deplasman tribünü arkasından Antalyalıların arasına geçerek alelacele taksiyle karakola ulaştık.

10-15 dk’lık gecikmeyi sordu polisler ve stadın ordan geldiğimizi, anlaşmazlıklar yaşandığını vs. söylememizle ilk tutanağı imzaladık. Karakol girişindeki televizyonda Antalyasporlu 8-10 kişi karşılaşmayı takip ediyordu. Civarda bir yerde izleriz diyerek çıktık dışarı. Karakol karşısındaki taksi durağına girdik ‘’Tanrı misafiri kabul eder misiniz?’’ gibisinden. Tabi tabi dedi ağabeyler, oturduk. Şarjı tükenen telefonları şarja takmayı da ihmal etmedik. Derken devre biterken yedik golü, ‘’Artık çıkaramazsınız’’ dedi taksici ağabeyler. Karnımız acıkmıştı onca koşturmacada, yakında bir yerden pide yaptırıp karakolun arkasında yol kenarına oturup yemeye başladık. Bu sırada 15-20 dk  yürüme mesafesindeki stadyumdan gelen sesle içimiz ürperdi. ‘’Oley oley oley oley, saldır Eskişehir!’’.
Bizimkiler inanıyordu..

Karnımızı doyurup içeri girdiğimizde skorun 1-1 olduğunu gördük. Oturduk Antalyalıların arasına. ‘’Sen cezayı nerden aldın?’’vs. klasik karakol 6222 muhabbetlerinin ortasındaydık. İbnelik değil mi atladık ‘’Biz Sivas’taki maçtan ceza aldık’’ diye. ‘’Sivas??’’ diye düşündüler, gitmediler sanırım. ‘’Eskişehir’den geliyoruz’’ dedik. ‘’İyi cesaret’’, ‘’Dikkat edin sizi harcarlar’’, ‘’2008’de camlarımızı indirdiniz’’ muhabbetleri arasında koyduk 2. Golü. Yine de temkinli yaklaşıyorlar karakol diye ve Necati’yle gelen 3. 
Gol sonrası hadi siz yavaştan gidin yaptılar. Gidicez tabi amk!

Atladık taksiye Üniversite giriş kapısında indik. Eskişehir’den geldiğimizi ve ceza muhabbetini öğrenen taksici de ‘’Eskişehir ha, hiç unutmayacağım sizi’’ diyerek yoluna devam etti. 3. Gol sonrası sağdaki karşı kaldırımdan stadyum boşalıyor, Antalya taraftarı çıkış yapıyordu. Derken arkamızdan karakoldaki 2 cezalı Antalyalı seslendi, takip etmişler. Onca yolu nasıl geldiniz be amk?
Tam da galibiyet selfie’si yapacakken olacak iş miydi şimdi?

Neyse linç olma ihtimali varken kafama aldığım bir yumruk darbesi ile atlattık mevzuyu. Hoş, 3-1 koyup turluyoruz linç olsak da şeyime kadar..
Yiğit abi baya kızdı ben yavaş hareket ettim diye falan ama olsun.

Binbir zorlukla deplasman tribününün olduğu kısma geldik ve kapıların açılmasını, kardeşlerimizle kucaklaşma anımızı bekledik.

Kapıların açılmasıyla sağdan sağdan tribüne girip sarıldık bizimkilerle. Belki de en anlamlı zaferle döndüğümüz bu deplasmanın hatıra fotoğrafını da aldık içerde..

Dışarıda göbek atanlar, çiftetelli oynayanlar, soyunanlar, birbirinin omzuna çıkıp önüne gelene hunharca sarılanlar.. Mutluluk akıyordu yüzlerden.
Zafer inananlarındı!..

Dönüş yolunda otobüse yapılan her taşlı saldırı içerdeki coşkunun fitilini daha da ateşliyor, daha da curcuna katıyordu. Finaldeyiz ulan!

Şehirden gelen görüntüler güneş gibi doğuyordu otobüsün içine. Kırılan camlardan giren soğuğu bu görüntüler ve içimizdeki final heyecanı ısıtıyordu.

Dönüş yolunda finalin Şanlıurfa’da oynanacağı haberi yayıldı. ‘’Ülkede başka stad mı yok?’’ düşüncesiyle döndük şehre, her neresi olursa olsun gidilecekti tabi ki.. Yönetimin karar tam açıklanmadan yaptığı itiraz ‘’Gerekirse İstanbul’da bile oynarız’’ raconu işe yaramış maç Konya’ya alınmıştı. Mersin, Kayseri ve İzmir dururken Konya olması da soru işaretiydi fakat Şanlıurfa’dan cazipti. Şanlıurfa’da Gs tribünü 15 bin biz 5 bin olurduk belki ama taraftar profiline bakıldığında 2-3 binimiz bile oraya yeter kanısı da mevcuttu.

Yönetim ve taraftar koordineli bir süreç başlatıldı. Yapılması gerekenler karşılıklı olarak listelendi, hasret duyulan birlik beraberlik havası hafiften esiyordu. Konya’ya gidilerek stadyumda pankart asılacak yerlerin ölçüsü alındı ve hazırlıklara başlandı.

Davul, kumaş, boya siparişleri verildi..

Bunun öncesinde maç biletleri 29 Nisan’da satışa çıkacaktı ve gerek bilet kalmama korkusu gerekse eski günleri, hikayelerde duyduğumuz ‘’Stadyum gişelerinin önünde sabahladık’’ı yad edelim diyerek geceden girdik bilet kuyruğuna.

Gecenin ortasında cadde ‘’ESES diye inleyecek Türkiye, şampiyon biz olacağız’’ diye inliyor, ara ara Galatasaray’a selamlar gönderiliyordu soğuk ve ara ara yağmurlu havada. Böyle bir ortamda civarda oturanların getirdiği çay kuyruktakilerin içini ısıtıyordu, hikayeye daha da anlam yüklüyordu.

Saatler ilerledikçe kalabalık daha da artıyor, besteler daha bir iştahla söyleniyordu. Derken uzun bekleyişler sonucu bilet gişeleri açıldı. 1 TC kimlik no ile 4 bilet alınabilecekti. Herkes paylaştı eşin dostun yükünü, sıradaki herkes 4’er 4’er çekmeye başladı biletleri. Geceden beklememize rağmen açıldıktan 1 saat sonra geldi sıra. Yiğit abi kimliğini verdi, gişe görevlisinin ‘’Cezalı olduğunuz için sistem bilet vermiyor’’ yanıtı dumur etti bizi. Sıra dışındaki birinden alınan kimlikle çözüldü mevzu, bu sefer de 2. Kez bilet aldığımızı sanan renkdaşların tepkisi başladı arka sıralardan. Döndüm anlata anlata çıktım sıradan ‘’Geceden beri buradayız. Cezalı olduğumuz için arkadaşlarımızın biletini bize vermiyorlar, ben sıradan çıkacağım yerime başkası girip bileti alacak’’ diye. Anlayışla karşıladılar. Biletlerimizi zor zar alıp sıradan çıkarken ‘’Geceden beklenir mi ya?’’ diye akıllarınca bizimle alay eden renkdaşların sabah gişeye neredeyse otobüsle bir durak öte mesafede olduklarını görmek de ne yalan söyleyeyim hoştu.

Bizim için internetten satışa çıkan biletler 1 saat gibi bir sürede tükenmiş, Galatasaray biletleri ise hala satıştaydı. Bu durum bile kupayı ne kadar çok istediğimizi gösterebileceğimiz 348357834 sebepten sadece birisiydi..

Ertesi gün pankart çalışmalarına başlanacaktı. Malzemeler temin edildi, duyurular yapıldı. Bu bir hikaye ise bu hikayenin bir parçası olmak, bir şeylerin ucundan tutmak adına onlarca renkdaşımız akın etti çalışmaya. Bir yandan açık tribün altında pankart boyama işlemleri oluyor, diğer yandan da BandoESES kapalı tribünde yeni bestelere prova yapıyordu. Buram buram heyecan, buram buram gönüllülük..
Çalışmalara erken başlamanın verdiği rahatlıkla 3 geceye yaydık, yormadan, geç saatlere kadar güle oynaya boyadık sürece adına veren ‘’Hikayelerle Büyüyen Çocuklar Şimdi Kupaya Uzanıyor’’ ve ‘’Arkanızda biz varız biz taraftarlar!’’ pankartını.

Maçtan bir gün sonra askere gidecek olan Ferhat, üzerindeki karabulutlarla İstanbul yollarına düşen Okan ve babası yoğun bakımda olmasına rağmen ‘’Hastanede yapacak bir şeyim yok, bari burada bir işe yarayayım’’ diyerek eline fırçayı alan Serkan bu hikayenin başrolleriydi aslında..

3 gece süren pankart çalışmalarının son gününde Ferhat’ın asker eğlencesine toplanıldı. ‘’Çamlıcan’nın kızları Ferhat diye ağlanır’’lı oyun havaları ile kurtlar döküldü,  askerden müsaade istenerek  vakitlice stadyumdaki çalışmalara devam edildi.
Geçmeyecek gibi görünen günler su gibi akıp geçmiş maça 2 gün kalmıştı. 

Takım istasyondan hızlı tren ile uğurlanacaktı. Önceki günlerde temin edilen sisler, meşaleler, torpiller tren istasyonuna nüfuz edecekti. İstasyona gelen takım layıkıyla uğurlandı. Mevzuyu abartarak topçulara atılan torpiller tepkilere neden olsa da, Boffin’e doğru gelen bir torpil sonrası bir renkdaşın yaptığı ‘’Korksun, korksun da orada daha iyi top tutsun’’ yorumu tebessüm ettirdi. İnsan sevdiğini severken öldürürmüş tarzı bir şeyler oldu kısacası, kazasız atlatıldı.
Konya’daki üniversiteli arkadaşlar da takımı orada bekledi ve layık olan karşılamayı gerçekleştirdiler.
Hazır olan set pankartları ve grup pankartlarının maç sabahı veya bir gün önceden asılması gerekiyordu. Bu yüzden geceden yola çıkmamız gerekiyordu fakat ben dahil birçoğumuzun gönlü bu duruma razı gelmedi. O günün gecesi ve sabahında şehri görememek, yollardaki siyah-kırmızıya bürünüşten yoksun kalmak , tesislere sığamayışımız falan yaşanması gereken şeylerdi.

Çözüm arandı ve Konya’da okuyan ÜniEsEs genel temsilcimiz Mehmet’in ‘’Gönderin, hallederiz’’ mesajıyla pankartlar paketlenip maçtan önceki gün 16.00 hızlı treni ile gönderilip o günün akşamına doğru da stadyumdaki yerlerine asıldılar.

Bu esnada boş durmuyor ve otobüslerin önüne Amigo Orhan görselli ‘’Babanız Eskişehirspor!’’ pankartları hazırlıyorduk.

Bugün doğum günümdü benim fakat ne ‘’Hediyen kupa olacak’’ şeklinde yoğunluk oluşturan tebriklere cevap yazmaya ne de bir yerlerde oturup bir organizasyon yapmaya vakit yoktu. Sadece çalışmalardan biraz erken kaçıp ailemle yenilen yemek ve ayak üstü üflenen mumlar ve sevdiğim kişiye ayırabildiğim günün son saatleri..

 ‘’Ulan, bu sezon cezalıyız ya kesin bir yerde yarı yarıya tribünlerle kupa finali oynarız, o zaman ne yapacağız?’’ dediğimiz gün gelmişti bugün.

‘’Girin cezası neyse öderiz’’, ‘’Hastanede yatıyor gösteririz’’, ‘’Rapor alırız’’ diyen ağabeyler de kupadan öteydi, sağolsunlar.

Hamam organizasyonu bile düşünülmüştü üzerimizde bir cenabetlik olmasın, işi şansa bırakmayalım gibisinden. Yiğit abi gecenin 2-3’ünde mesaj atar ‘reis hadi dışarı çıkam ya ben evde duramıyom bi fena oluyom ‘’  diye; O gece uyumak haramdı bu şehre ama takıma dinç lazımız diyerek saat 4 gibi uyudum. Sabah kahvaltısı için sözleşmiştik. Uyandığımda saat 7ydi. Özgür ve Serkan’la haberleşip caddeye çıktım onları beklerken ilkokul Türkçe öğretmenim Selçuk hoca da kaldırımda birilerini bekliyordu. Okuldan dolayı bir aksaklık olmazsa 4 treniyle Konya’da olacağını, kendisi gidemezse oğlu Alper’i göndereceğini söyleyen Selçuk hoca ‘’Bu kez olacak, alacağız kupayı’’ derken bizimkiler geldi ve mekana geçtik.

Yapılan kahvaltı sırasında mekanda çalan marşlarla iyice moda girilmiş kahvaltı sonrası çalan oyun havasına ben bile iştirak ettim. ‘’Evlendiğimde düğünümde oynayamam la’’ diyen ben.

Espark önünden kalkacaktı otobüslerimiz fakat Polatkan Migros önündeki araçların önüne ‘’Babanız Eskişehirspor’’ pankartlarının asılması gerekiyordu 1 araba oraya geçtik. Pankartları otobüslere bağladıktan sonra Espark önüne geçtik. Buradaki otobüsler de pankartlarla süslendikten sonra o mübarek yola çıkıldı..
Biz yola çıkarken bugün bu saatte uyumak haramdı ahaliye. Otobüslerin kornaları, besteler, torpiller meşaleler ‘’Uyanın laaaan!’’ diye bağırıyordu adeta.

Balkondan el sallayan teyzeler, kahvenin önünde başlarından çıkardığı kasketini sallayan amcalar, benim 15 yıl önceki halim gibi bu konvoyun ne olduğundan habersiz afacanlar..
Trenler, otobüsler, minibüs/midibüsler, özel araçlar, uçaklar Konya’ya naklediyordu bir şehri. Yollar’da siyah-kırmızı bayrağa bezenmemiş araç bulmak çok zor, tesislerde çiftetelli oynamayan bizden değildi sanki. Bir şehir beklenene kavuşma arzusunda umuda yolculuğa çıkmıştı, inanmışlık hat safhadaydı.
Kupayı aldıktan sonraki gün Bursa'ya, Ediz'e, Sinan'a kalkacak otobüsleri düşünmeye başlamıştık bile.. 

Koşturmaca ile atlanan doğum gününü atlamamıştı bizimkiler. Otobüs Afyon civarındayken elinde pastayla arkaya doğru geliyordu Özgür. ‘’İyi ki doğdun Emre/Angı’’ sesleri arasında pastanın ortasındaki kalın mumu kestim durdum. Yok lan mum değildi o, daha tanıdık bir şeydi.. Meşale ulan, pastaya meşale dikmişler, yanıyor.. Otobüsün ön camlarından çıkan dumanlar, meşalenin dibini adettendir diyerek dilek tutup üfleyerek söndürme çabalarım hayatımda önemli yer tutacak güzel anlarda kafaya oyn
ardı, sağolsunlar.
Kabımıza sığmadığımız yolları aştıktan sonra Konya’ya ulaşmıştık.

Konya caddeleri de merkeze girildikçe sis, meşale, torpil ile haşır neşir oldu. Stadyum yanına geldiğimizde okul pencerelerinden sarkan çocuklar hayretle ve heyecanla bizimkileri izliyor, öğretmenleri çocukları derse döndürmek konusunda çaresiz kalıyordu.

Yol boyu ‘’Konya’da etli ekmek yeriz’’ diye dinlenmeye bırakılan boğazların acısı stadyum etrafında bulunan etli ekmekçide çıkarıldı.

Yolda gördüğümüz Fenerbahçe ürünlü bir elemana ‘’Burası Eskişehir, forma giyilmediğini bilmiyor musun?’’ yaklaşımı eleman kadar bizi de afallattı. Ama harbiden Eskişehir’di bugün orası..

Yazının bu kısmını ‘’Duyum’’, ‘’Yaşayanların anlattığı kadarı’’ şeklinde anlatayım.  (Bkz : 6222)

Kapıdaki yoğunluktan ötürü binbir zorlukla içeri girip saatler öncesinden tribünü dolduran taraftarlarımız içerde Galatasaray tribünü ile kedinin ip yumağıyla oynadığı gibi oynuyor, eğleniyordu.  
Set pankartlarındaki bütünlük ve kalite, tribündeki doluluk, coşku.. Galatasaray ile Eskişehirspor arasındaki bütçe farkı, milyonlarca taraftarlar muhabbeti kadar fark vardı Konya Atatürk Stadyumu’nda. Saha dışındaki üstünlüğü ele geçirmiştik beklediğimiz gibi.

Takımların sahaya çıkmasına yakın başlayan Espana ile tüm gözler bizim üzerimizdeydi, hissedebiliyorduk, muazzamdı..

Bu tür maçlardaki kronik rahatsızlığımız olan şey yeniden nüksetti ve meşaleler Espana eşliğinde futbolcular henüz sahaya çıkmadan yandı. Gerçi bu kez hesaba katamadığımız şey ‘’Seramoni’’ydi. Kaç kez seramonili maç görmüştü ki bu çocuklar?..

Etkili tribün yaptığımız ilk yarım saatin ardından Galatasaray tribünün yaktığı sayıca az fakat etkili meşaleler, tribünün konumundan ötürü rüzgarın dumanı sahaya süpürmesiyle birlikte maçı durdururken hafiften hızımızı kesti.

Tribünde ritmi yeniden yerine oturturken ilk yarı sona erdi.

Hayatında ağzına alkol sürmemiş olan ben kazandığımız takdirde Egemen’in özel olarak getirdiği ‘’Esmer bira’’ diye tabir ettiği biraya 45 dk uzaktaydım..

2. yarıya etkili tribün yaparak başlandı ve 62.22’de kabına sığmayan çocuklar atletleri sahaya atarken yanan meşalelerle direksiyonu tekrar ele aldık. Tam hızımızı aldığımız dakikalarda yenilen gol anında yüreklere saplanan acı hakemin maç sonunda bitiş düdüğünü çalmak üzere ağzına götürmesiyle saplanandan çok çok hafifti..

Önce biz çöktük olduğumuz yere, sonra baktık sahada olduğu yere çöken çubuklulular..
Kalktık ayağa çağırdık takımı tribüne.
‘’ŞAAAAMPİYON!’’, ‘’ŞAAAAAAMPİYON!’’, ‘’ŞAAAAMPİYON!’’ diye açıldı kollar.

İstanbul takımlarını tutanların idrak edemediği, anlam veremediği şeyi anlatan dakikalar bunlardı aslında.
Yıllarca Fethi Heper’in verdiği bu pozla gururlanan çocuklardık, bu kez o muhtemel pozun arka fonu olur muyuz diyeydi bunca tezcanlılık, bunca heyecan.

Ulaşılamayana duyulan özlem, kaybettiğimizde kin ve nefrete dönüşmemiş tarifsiz bir sahipleniş, olmuştu reaksiyon.

‘’Sen şampiyon olmasan da, kupaları almasan da, cimbomboma koymasan da; Seviyoruz işte, var mı diyeceğin!.?’’ diye haykırdık hep bir ağızdan.

Yarım kalan bir hikayenin son paragrafı da ancak bu kadar güzel bitebilirdi.

Bu dakikalarda yanaklardan süzülen gözyaşları kupanın değerini alt etmişti..

Başarılarla süren, başarıyla beslenen ruhlar yoktu bedenlerimizde. Atlatmak zor olacaktı belki ama atlatacaktık.

Sabah ezanına yakın geldik şehre, sabah ezanı okunurken girdik stadyuma. ‘’Hikayelerle Büyüyen Çocuklar 

Şimdi Kupaya Uzanıyor’’ pankartını hikayenin devamında kullanmak üzere bıraktık depoya.

Hani denir ya ‘’En kötü gün bugünse bugün de Eskişehirspor’’ diye. O gün en kötü gün değildi inanın!

2. lig B’den 2. Lig A’ya, ordan Süper Lig’e, ordan Avrupa maçlarına vs. vs. atladık basamakları.
Bir nevi sefasına denk geldik tarihimizin. O yüzden akranlarımın hiçbir şekilde pes etmeye hakkı yok.


Bu hızla devam edersek zaten ‘’O kupa bu şehre sike sike gelecek..''

Anadolu'nun Son Kalesi!

Amigo Orhan

No Pyro No Party!

Yağmurda Çamurda

problem?

Seni Bizim Kadar...

Kuralları S*ktir Et!

Maziyi Savura Savura..

Her Zaman, Her Yerde !

Seninleyiz

Bir Defa Değil Bin Defa !

Aşk Siyah Kırmızı

Anti Bizans

Kaldırım Tribünü!

Tapmadık Asla..